- 16.04.2017 00:00
İçinden geçtiğimiz toplumsal değişim süreci, siyasi birlik için kendine eksen bulmakta zorlanıyor.
15 Temmuz darbe girişiminin de, ardından gelen referandum girişiminin de ardında siyasi birliği ortaya çıkaracak ekseni belirleme iradesini elde tutma mücadelesi, çabası var.
Anayasa’nın 18 maddesinde yapılmak istenen değişiklikler için sandığa gidiyoruz. Referandumdan “evet” çıkması halinde ortaya çıkacak yeni iradenin nasıl ve ne yönde kullanılacağı belirsizliğini koruyor. Bunun ipuçlarını önümüze getirilen anayasa değişikliğinde göremiyoruz.
O nedenle sandıktan net ve ikircimsiz bir “Hayır” sonucu çıkması, şu veya bu düşünce ile “evet” oyu kullananları da (en azından büyük çoğunluğunu) galiba rahatlatacak. Oyları ile ülkeyi daha büyük bir karmaşaya, belirsizliğe sürüklememiş olacaklar, bu da az şey değil.
Şimdiye kadar seçimle gelmiş hiçbir yönetici ya da yönetici gurubu kendisine verilen yetkileri bu denli zorlamadı. Ülkeyi sistem değişikliğine götürecek bir referandum olağanüstü koşullarda topluma, hiç bugünkü gibi dayatılmadı. Teamül ve hukuk gereği tarafsız olması gerekenler, bir seçeneğin böylesine tarafı olmadı.
Bu topraklarda toplumsal değişim sürecinin yönünü belirlemeye dönük bu tür müdahaleler hiç bir zaman şaşırtıcı olmadı. Bugün bunu da bu kadar doğal kabul etmemiz galiba bu yüzden. Çünkü “kurtarıcı” yetiştirmekle öğünen merkeziyetçi bir gelenek ve kültürden geliyoruz. Hatta bir açıdan bu tür müdahaleleri, bünyenin daha büyük depremlere karşı bir tür savunma mekanizması ya da daha güçlü mücadele edebilmek için bir tür aşı olarak bile değerlendirmek mümkün olabilir.
O yüzden soğukkanlı olmak, enseyi karartmamak lazım. Bu topraklarda neler yaşanmadı ki!
Evet, bu girişim siyasi İslam orijinli bir darbe girişimini engellemekle öğünen yine siyasi İslam orijinli bir siyasi gücün başını çektiği içinde aşırı milliyetçi, Ergenekoncu güçlerinde yer aldığı bir ittifaktan geliyor, bu oldukça trajik, hatta biraz da komik. Fakat ben kendi payıma hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, temsil ve güçlü bir sivil toplum temelinde katılımcı, çağdaş, demokratik bir toplum kurma sürecinin darbeler yolu ile değil de, halkın önüne sandık koyma yolu ile kesilmeye çalışılmasını daha kabul edilebilir bulduğumu söylemeliyim.
İzin verin nedenini açıklayayım.
Bu referandum süreci her ne kadar olağanüstü hal ortamında, propaganda kontrolü altında ve devlet olanakları kullanılarak yürütülüyor olsa da sonuçta ortada bir sandık var. Yürütmeyi, yargıyı, denetim mekanizmalarını elinde tutmak, kurumları keyfine göre tasarımlamak, kurumların işleyişini himaye- atama mekanizması içinde elinde toplamak isteyen, hem hâkim hem savcı rolüne soyunan bir güç önünüze sandığı koyarak sizden bunu onaylamanızı mı istiyor? Muhalefet olarak “benim elim zayıf” bahanesinin arkasına gizlenemezsiniz.
Elbette muhalefet olarak eliniz zayıf olacak, başka türlü nasıl olabilir ki. Olağanüstü bir hal durumu olmasaydı, basın, yargı bağımsız ve tarafsız olsaydı, bütün muhalefet hain ya da hain işbirlikçisi ilan edilmemiş olsaydı,(özellikleri şayet belirttiğiniz gibi ise) böyle bir anayasa teklifi referandum konusu yapılabilir miydi?
Haklı olduğunuzu düşünüyorsanız, insanları bütün bu olumsuz koşullara rağmen ikna etmesini bilecek, insanları gelecekte yönetebileceğinizi göstereceksiniz, size düşen bu.
Bütün bu olumsuz koşullarda sandıktan çıkabildiğinde “Hayır” anlamlı hale gelmez mi, kıymeti de zaten orada değil mi?
Böylesine olumsuz koşullarda bile demokrasiyi, demokratik yaşama biçimini, hukuku, temsil hakkını savunabilmiş olmak, bunun gururunu yaşamak bu az şey mi?
Avrupa’da, Amerika’da, Asya’da insanlar “helal olsun şu Türkiye insanına en kötü koşullarda bile demokrasiye sahip çıkmasını bildiler” diyecekler, bunun haklı gururunu yaşamak az şey mi?
O yüzden Hayırcıların şayet 16 Nisan Pazartesi akşamı sandıktan bekledikleri sonucu alırlarsa, AKP yöneticileri ile destekçilerine bir teşekkür borçları olabilir.
Yanılıyor muyum?
Yorum Yap