Bu topraklarda yalnız biat kültürü mü üretebildik?

  • 13.11.2016 00:00

 Toplumsallaşma, toplumsal değişim süreci içinde yalnızca biat kültürü mü üretebildik? Bunu savunmak geçmişe haksızlık olur. Bir gelecek tahayyülü oluşturmak istiyorsak yaşanılanlar içinden mutlaka moral dayanakları arayıp bulmak, ortaya çıkarmak zorundayız. Yoksa bir geleceğimiz olamaz.

İçine yuvarlandığımız her karışıklıkta, merkeziyetçi gelenek içinden biat kültürünün yeni bir sentezini üreterek çıkmaya çalıştık, bu doğru. Ama bu yolla hiçbir sorunu gerçekte çözmüş olmadık. Belki birileri biraz zaman kazandı, ama kaybeden hep toplum oldu. Çağdaş olanı yakalayıp bu topraklarda huzuru bir türlü bulamadık. Sorunlar büyümeleri için hep nadasa bırakıldı. Daha sonra ortaya çıkan ise bir öncekine rahmet okuttu.

Oysa bu topraklarda yaşanan başka kültürler de var.

Moğol İstilasından sonra(1243) Osmanlı klasik devlet yapısının kurumsallaştığı Fatih dönemine kadar (1453) aşağı yukarı iki asır bir başka kültür yaşandı Anadolu’da. Bu kültür Türkmen şaman geleneği ile İslamiyet’in ve Anadolu’nun yerli kültürünün buluşmasından doğdu. Babailere çok şey borçluyuz.

Ahiler (Ahiyan), Alpler-Nökerler (Gaziyan-ı Rum)-, Alperenler (Abdalan-ı Rum), Kadın örgütleri (Bacıyanı Rum) içinde ortaya çıkan, ant içme yolu ile yoldaşlık ilişkisine dayalı bir kültürdü bu. Fütüvvet (etik değerler) geleneğiydi. Moğollardan sonra Anadolu’nun İslamileşmesi, Türk eli haline gelmesi bu kültür sayesinde oldu.

Ahinin nasıl Ahi (kardeş), Alp’in nasıl Alp olacağı, Ahiler Alpler arasında ilişkilerin nasıl yürüyeceği belliydi. Alp gayret ve hamiyet sahibi, cesur olacaktı. Mutlaka bir kılıcı, atı, zırhı olacak, birlikte yürüdüğü yoldaşı olacaktı. Alp Nökerine (yoldaşına), Türkmen beyine, Türkmen beyleri Gaziye (Osman ya da Orhan) kılıç üzerine ya da kan kardeşliği seremonisine dayalı içtikleri antlarla bağlandılar.

Yoldaşlar, Ahiler, Fakihler arasındaki ilişkiler dayanışmaya, imeceye, ortaklaşa yaşama dayandı. Ahi dükkânında, Fakih toprağında çalışır, ikindiden sonra imaretlerde buluşurlardı. Herkes kazandığını, emeğini ortaya koyar, birlikte yenilir, içilir, yarenlik, ibadet edilir, varsa sorunlar çözülürdü. Sofrada bir misafir, bir seyyah, bir konuk, bir garip, bir yolcu mutlaka bulunurdu. Kararlar ortaklaşa alınırdı.

Yoldaşlar Gaza ilkesi temelinde bir araya gelmişti. Fakat gazada tamah, riya olmaz, gaza ganimet için yapılmazdı. Kişinin kendi nefsiyle giriştiği savaş, gazaların en onurlusuydu. Gazaya soyunanın niyeti samimi olmalıydı, halk için, din için savaştığını unutmamalıydı.

Nefsine karşı savaş yürütene Alperen denirdi. Alperen eline, diline, beline sahip olmalı, nefsini kontrol altında tutmalı (riyazet ve kifayet sahibi olmalı), tevekkül ve himmet sahibi (yoldaşları ile dayanışma içinde) olmalıydı.

Bu kültür yoldaşlık kültürüydü, eşitler arasında dayanışma kültürüydü. Bu kültürde Gazi de, Ahi de Fakih de gerçek birer liderdiler. Hiç biri kapı kulu değildi. Güçlerini atanmış olmaktan, Saraya kapılanmaktan, biat etmekten değil, birbirlerine yoldaşlık ilişkisi ile bağlanmaktan aldılar.

Bu kültürde güç durumda kalanın yardımına koşulurdu. Sosyal dayanışma, özveri, alçak gönüllülük, ortaklaşa çalışma, büyüğe saygı, konukseverlik, yiğitlik, çalışma ahlakına uyma gibi etik değerler Fütüvvet namelerde telkin edilen ideal insan sıfatlarıydı.

Osmanlı devleti klasik merkezi karakterine kavuşurken bütün bu ilişkileri yok etti.

Bu ilişkilerin yerini Biat Kültürü aldı. Alplerin, Fakihlerin, Ahilerin özerk yapılarına, ayrıcalıklarına son verildi. Türkmen aristokrasisinin yerini devşirmelerden oluşan kapıkulu aldı. Alplerin bağımsız toprakları, Fakihlerin vakıfları ellerinden alındı. Alplerin çoğu birer Tımarlı Sipahi ya da Tımar Beyi haline geldiler. Kazasker ve kadı ile kontrol altına alındılar. Fakihler (Şeyhler, Abdal dervişler) ise önce ümeraya, sonra şeyhülislama bağlanıp İlmiye sınıfı içinde birer Müftü ya da Kadı haline geldiler.

Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin bir çeşit kanaat eğitimi yoluyla insanların hırs ve iştahlarının kontrol altına alınacağı; zenginlerin sürekli servet biriktirmelerinin, fakirlerin ise aşırı isteklerde bulunmalarının önüne geçileceği bir yol önerdi. Böylece eşitlik ve sosyal dayanışma yoluyla genel sefaletin önüne geçirilebilecekti. Bu tür aykırı, özgün tasavvufi düşüncelere müsamaha edilemezdi, ezildiler. Baba İlyas soyundan gelen dervişler, Vefai Şeyhleri (Babalar, Vefaiyye) birer birer ortadan kaldırıldılar, vakıflarına el konuldu. (Şeyh Bedrettin 1416, Otman Baba -Fatih Dönemi-, Şah Kulu 1526).

 

Böylece Türkmenler içinde yaygın olan alevi, tasavvufi anlayışlar, yavaş yavaş yerlerini Sünni Mezhebine dayalı katı yorumlara (içtihatlara) bıraktılar. Medreselerde artık akıl yürütmeye, tartışmaya, araştırmaya, incelemeye yer yoktu. Resmi yorum dışında başka bir yoruma asla müsamaha gösterilmedi.

Kan yoluyla gücü ve mülkü elinde tutan Sultan, aynı zamanda Allah katında toplumun velayetini üstlendi (Halifelik). Artık yeni ilişkiler Kapıkulu ile Sultan, Mürit ile Pir, Talebe ile Hoca, Çırak ile Usta, Konak ahalisi ile efendi arasında şerri hukuka uygun biçimde kurulacaktı.  Sistem bu birebir ilişkileri koruyarak, bu ilişkiler temelinde yükseldi.

Nasıl Allah kul karşında bir “taraf” değil ise Sultan da kulları karşısında taraflardan biri değildi.  O, sonuçta üstlendiği ilahi sorumluluğun gereğini yerine getirir, hesabı yalnız Allah’a verirdi. Bu yüzden üzerinde fiili bir kontrol yoktu.

Bu ilişkinin bir tarafında otoriteyi kabullenme ve biat, diğer yanında kulları koruma, kullara olabildiğince hakkaniyetle davranma vardı. Sultanın sahip olduğu otoriteyi dağıttığı ulufe ile çevresine yaydığı korku besliyordu.

Sanılanın aksine korku ve çıkara dayalı biat temelinde kurulan ve korunan bu ilişkiler, yoldaşlığa dayalı ilişkilerden çok daha zayıftırlar. Biat kültürü içinde işler kötü gitmeye başladığında bütün fatura Sultana çıkar. Sistem birden kendini derin bir karmaşa içinde bulur.

Yoldaşlık ilişkisine sadece 1243 ile 1453’lü yıllar arasında tanık olmadık. Tanzimat Fermanı ile içine girilen Osmanlılık temelinde siyasi birlik arayışı içinde, Jön Türklerin Abdülhamit İstibdadından kurtulma arayışları içinde, Kurtuluş Savaşı yıllarında Kuvvayı Milliyeciler arasında ve nihayet 1960 Anayasasının açtığı yolda 1970’li yıllarda sol uyanış içinde yoldaşlık kültürü bir biçimde yaşandı.

Halaskarlar ve Mücahitler eliyle yoldaşlık kültürü hep boğuldu.

Son yoldaşlık kültürünün önü 12 Eylül 1980 darbesi ile kesildi. Türk-İslam sentezinin yavaş yavaş İslam-Türk sentezine dönüşme serüveni içinde Biat Kültürünün yeniden kurulmasına tanık olduk, oluyoruz. Bugün ortalıkta “hık deyicilerden”, “evet efendimcilerden”, “arka kollayıcılardan” geçilmiyorsa bundandır.

Ama Çetin Altan’ın dediği gibi “enseyi karartmamak lazım”!

Eğer demokrasi bir ihtiyaçsa, er ya da geç gün gelecek, bu topraklarda demokrasi yolunda yoldaşlar yine buluşulacaklar.

Kaynak

Halil İnalçık. Devlet-i Aliyye- Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar.T.İş Bankası Yayınları,2009.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums