- 11.01.2016 00:00
10 yıl önce İsa’nın son 12 saatini anlatan (adı Tutku’ydu galiba) bir film izlemiştim. İsa’ya yapılanlardan dehşete düşmüş kendime bir soru sormuştum:
“Şu insanoğlu işkenceyle katlettiğini “günahımın kefaletini çekti” deyip bir gün kendine Tanrı ilan edebiliyor, işkence aletini haç yapıp boynuna asabiliyor. Bu değişim gücünü insan nereden alıyor? Bugünün firavunları da yarın lanetle anılacak, mazlumları bağırlara basılacak mı? Bunu ümit etmek iyi bir şey mi, yoksa çok mu acı verici?
İstatistikte “sabit” diye bir kavram vardır. Bir değişken ölçülemez hale gelmişse sabittir. Bir takıntıyı kırmızıçizgi haline getirdiğinizde bu olur. Aşırı endişe, kaygı ve korku ile sahip çıkıyorsanız kırmızıçizginiz paranoya haline gelebilir.
1999 yılında Balıkesir’de bir lisede edebiyat öğretmenliği yapıyordum. Bir sınıfın rehber öğretmenliğini üstlenmiştim. Sınıfımda anne babasının ayrılmasının yol açtığı kaygı ve endişeyi yaşayan, bunun için kendini suçlayan bir kız öğrencim vardı. Bir gün ellerini kollarını, vücudunu jiletle doğradığını fark etmiş dehşete düşmüştüm.
İnsanlar gibi toplumlarında bir takım saplantıları, takıntıları, paranoyaları olur. Siz katılmasanız bile bu takıntılar, paranoyalar yaşamınızı derinden etkiler. Bölünme parçalanma duygusu bu topraklara damgasını vurmuş en kadim paranoyalardan biridir. Galiba dağdan gelip bağdakini kovmakla, “ele geçirdiğimi bir gün elimden alırlar” korku ve endişesi ile yakından ilgisi var bunun.
Büyük bedeller ödediğiniz, sahip çıktığınızı koruma güdünüz kırmızıçizgiler üretir. Bazen savunma durumunda onurunuzu korumak için bu kırmızıçizgileri üretmeniz de gerekir, bunu anlarım. Fakat bu kırmızıçizgiler birlikte bir yaşamı paylaştığınız, paylaşmak zorunda olduğunuz diğerleri için dayatmaya dönüşüyorsa takıntılar, giderek paranoya üretmeye başlarlar.
Paranoyalarla nasıl mücadele edeceksiniz?
Bu mücadeleyi takıntı sahibini düşmanlaştırarak başarılı biçimde sürdüremezsiniz. Takıntı sahibi ile takıntıyı birbirinden ayrı tutmanız gerekir. Paranoya sahibini bir çeşit hasta olarak görüp, asıl mücadeleyi hastalığa karşı yürütürseniz başarma şansınız olur. Yoksa bir girdaba paçanızı kaptırırsınız, takıntı sizi nefret ettiğiniz karşıtınıza dönüştürür.
Takıntı haklı bir nedene dayansa da sonuçta takıntıdır. Değişkeni “sabit” haline getirirseniz takıntıya esir düşersiniz. Oysa değişken ölçülebilir, kontrol edilebilir özelliğini koruduğu sürece mücadeleyi sürdürme, değişkeni (durumu) farklılaştırma şansınız vardır. Takıntı haline getirdiğinizde sizin kontrolünüzden çıkar.
“Başkanlık” Cumhurbaşkanının, “öz yönetim” de PKK’nın ve onun bileşenlerinin takıntısı hale geldi. Takıntıların nasıl birer paranoya haline geldiğine, etrafına dehşet saçmaya başladığına yaşayarak tanık oluyoruz. Toplumu iki uçtan geriyor. İkisinin de temelinde bir şeyleri koruma, yeniden inşa etme var.
Tanzimat’ın başaramadığını, II. Abdülhamit, II. Abdülhamit’in sürdüremediğini, İttihat ve Terakki gerçekleştirmeye çalıştı. Hepsinde ortak nokta, merkeziyetçi yapıyı yeni tarzda güçlendirilerek dağılmanın önüne geçebilmekti. Bunun karşısına da hep ademi merkeziyetçi önerilerle çıkıldı. Süreç bugün de bütün şiddetiyle devam ediyor.
Kimi yediği nanelerin bedelini ödememek adına, korkuyla içinden çıkılamayacak bir yola girdi, kimi geleceğine sahip çıkma tutkusuyla yaşama alanını cehenneme çevirdi. Ama çocuklar, gencecik fidanlar telef oluyor, anaların bağrı yanıyor.
Ben de istiyorum sorunların azami ölçüde yerelde çözülmesini, insanların yerelde kendi kendilerine yönetebilecek kadar yetkinleşmesini, yönetime katılma kanallarının açılmasını. Ben de karşıyım yetkilerin merkezde bu kadar toplanmasına, vekâlet verdiklerimin beni tahakkümü altına alarak yola getirmeye çalışmalarına. Sorunun çözümü yetkiyi tek elde toplamada değil, mümkün olduğunca tabana yaymada yani demokraside. Er ya da geç bu yola da döneceğiz, bunu biliyorum.
Fakat bunun için bugünden fiili bir durum yaratıp yaşadığım alanın etrafına ille hendek mi kazmam gerekiyor. 15-18 yaşında çocukların eline silah verip okulları mı yıktırayım? Yaşama alanımı hendekler içinde mi korumalıyım? İçimdeki isyanı bastırmak için vücuduma jilet mi atayım?
Yoksa sokağa çıkma yasağı ilan edip 10 bin askerle şehir içinde insan avına mı çıkayım. Uyuşturucu kullanan gence deli gömleği giydirip hastaneye tıksam iyileşir mi?
Şiddet, bu topraklarda hep merkeziyetçi yapının değirmenine su taşıdı, bu gün de bunu yapıyor.
PKK’nın Doğu ve Güney Anadolu’da oluşmasına yardım ettiği kargaşa ve şiddet ortamı birilerinin elinde “başkanlık” yolunda yürümeyi meşrulaştırıcı, kolaylaştırıcı yol haritası haline dönüştü, dönüşüyor. “Seni başkan yaptırmayacağız” ile yola çıktınız, şimdi Cumhurbaşkanı başkan olmaya çok yakın. Siz ise her geçen gün müttefik kaybediyorsunuz. Yıllardan beri yerinden yönetim için mücadele edenlerin elini zayıflatıyorsunuz. Bizi yalnız bıraktınız diye sitem ederken, hiç yoldaşlarınızı yalnız bırakmış olabileceğiniz aklınıza geliyor mu? Ortaya çıkan sonuçta sizin hiç mi payınız yok?
Bir başka kırmızıçizgiyi de Diyanet İşleri Başkanımız açıklamış. Cem Evlerinin ibadethane hale getirilmesini din işlerimizin Sünni başı “kırmızıçizgi” ilan etmiş. Alevi’nin nerde ibadet edeceğini karar vermeye hakkım var mı yok mu, diye kendine sormuyor, çünkü takıntısı çok büyük.
İki gün sonra Balat’ta bir Sinagog ibadete açıldı. Şu insanoğlu ne garip, en fazla acıyı kendine en yakın olana çektiriyor.
Şimdi Aleviler ne yapsın, cem evlerinin etrafına hendek mi kazsın?
Yorum Yap