- 15.11.2015 00:00
1 Kasım seçimleri ardından henüz hükümet bile kurulmamışken yeni anayasa, Başkanlık sistemiyle birlikte yeniden tartışmaya açıldı. Cumhuriyet, 12 Eylül Milliyetçiliği eliyle hazırlanan deli gömleğini çıkarıp İslami düşünce ile hazırlanan bir yenisini giyer mi? Sarayın kafasında oluşan muhtemel plana AKP kadroları, toplumun çeşitli kesimleri uygun tepki verecekler mi? Açıkçası bunu pek beklemiyorum, ama “bu kadarı da olmaz” dediğimiz pek çok şey de sonuçta oldu. O yüzden % 48,9 başarıdan güç alan rüzgârla anayasa değişikliği tartışmalarının hızlandığı şu günlerde İslami anlayış içinde topluma, bireye, eğitime nasıl bakıldığını bir kez daha hatırlamak yararlı olabilir.
İslam dünyası mülkiyet, demokrasi, birey, değişim, özgürlük, laiklik gibi kavramlara ihtiyaç duyacak sosyal, kültürel evrimi hiç yaşamadı. Bu kavramların kilisenin meşruiyet (haklılık) kazandırdığı Feodal yapı içinde uç verip Rönesans ve Aydınlanma süreçlerini takiben Batıda ortaya çıkması rastlantı değil.
Hıristiyanlık, devletten ayrı küçük cemaatler içinde doğdu. İnsanlar orada derebeylerin zulmünden kaçarken sığınacakları “çobanlar” buldular. Rahip ile bireyin buluştuğu noktada, “itiraf” ve “mülkiyet” etrafında özel bir “fırsat alanı” oluştu. İnsanlar yaptıkları sözleşme ile bu fırsat alanı içinde günahlarından arındılar, cennetten yer satın aldılar. İslâm dünyasında ise bireyin cemaatten başka sığınacağı yer yoktu.
Âlimlerinin “Anı daim” dedikleri varlığı değişmezlik halinde gören mutlak bir sükûn içindeki ezeli an (instant), İslâm düşüncesine damga vuran hâkim karakterdir. “İman”la “amel”ibirleştiren doğası gereği İslâmi hükümler aynı zamanda sosyal hükümlerdi. Bu bakımdan İslâmiyetsiyasiydi, yaşama biçimiydi. Böylece İslam devletlerinde “nizam” ve “istikrar”, moral dayanaklarını Hıristiyanlıktan alan Batı’da ise “birey” ve “değişim” öne çıkan kavramlar oldular.
Bu ayrılık bilgiye yaklaşımla da desteklendi. İslâm’a göre “Şahadet Alanı” deney, gözlem ve deneyimi kullanan akıl ile bilgi edinilebilecek tek alandır. Gayb’ı (anlaşılamaz olanı) ise Allah bilir, ya da onun izin verdiği ölçüde bilinir. Fakat Allah’a bağlanmadan Şahadet alanında işlem yapamazsınız. O yüzden İslam âlimi bilgiden İslami bilgiyi anlar. Kaynağı da Kuran ile Hadis’te bulur.
Hıristiyan ise Tanrı’yı günlük yaşamında hissetme duygusuna Müslüman’a göre daha aşinadır. Mesih’in kanı şarapta, eti mayasız ekmekte kendini gösterir. O yüzden bilimsel çalışma yaparken aynı zamanda Tanrının izi de takip edilmiş olur. İslamiyet buna karşı çıkmasa da sonuçta bilgiye yaklaşımda farklılık doğayı tanıma ve değiştirmede Batı’ya avantaj sağlamıştır. 1770'lerde İngiltere sanayi devrimini yaşarken Osmanlı domuz kılından yapılmış fırçayla top temizlemenin günah olup olmadığını tartışıyordu.
Müslüman mülkün sahibi değil sorumlusudur (vasi). Çünkü mülke sahibi, kaynağı Allah’tır. Müslüman velayeti Allah’ın gösterdiği yönde kullanmak zorundadır. Bu can benim istersem intihar ederim, diyemez. Batı’da ise özgürlük ve eşitlik talepleri mülkiyetin kutsallığı temelinde gelişmiştir. Batı’nın modernleşme sürecinde Hıristiyan düşüncesinden aldığı desteğe İslam dünyası hiç sahip olamadı.
İslam devletinde hükmü elinde tutanın aynı zamanda cemaatin Allah katındaki velayetini de (Velayet-i Amme) üstlenmiş olması Halifelik kavramını açıklar. Hükümdarın devlet (mülk) üzerinde sahip olduğu hak, işleri kolaylaştırmak üzere ona tanınmış bir ayrıcalıktır, ama aynı zamanda ilâhi bir görevdir. Hükmetme yetkisini Hükümdar, aynı zamanda bu ilahi sorumluluktan alır.
Halifenin iktidarı şeriatla sınırlandırılmıştır, onu değiştiremez, kafasına göre yorumlayamaz. Fakat üzerinde fiili bir kontrol de yoktur. Sadece şeriata aykırı davranışların doğurabileceği bir isyan tehdidi, dolaylı bir kontrol mekanizması olarak iş görür. İslami Muhalefet buradan, şeriattan sapan yöneticiye haddini bildirmek üzere ortaya çıkmıştır. Yeni anayasa İslami olacaksa, siyasi gücü elinde bulunduranının bu gücü paylaşması, denetime açması, hukuka boyun eğmesi düşünülemez.
İslam Düşüncesinde “sözleşme”, Batıda olduğu gibi bağımsız, özgür iki kişi arasında oluşmuş bir akit değildir. Çünkü Allah taraflardan biri değildir. Bu hukuk içinde “sözleşme” özgürce kabul edilmiş kulluktan doğan tek taraflı yükümlüğü ifade eder. Bu, padişahla kul, şeyh ile mürit, ustayla çırak, pederle evlat arasındaki ilişkide açığa çıkan üstü örtük statükodur. Bu ilişkinin bir tarafında koruyuculuk, adaletle, hakkaniyetle davranma; diğer yanında otoriteyi kabullenme ve biat vardır. Bu ilişki içinden sivil olan (toplum) çıkamaz.
İslami eğitim anlayışı bir yandan kulu, gönül gözünü açarak ahret imarına hazırlamaya çalışır. Bir yandan da değiştirilemez nizama, Allah ile kul arasındaki ilişkiden kaynağını alan toplum içindeki ilişkilere meşruiyet (haklılık) kazandırır. Böylece biat kültürünü koruyacak, devleti ayakta tutacak kadrolar da yetişmiş olur. Bu anlayış içinde mesleki eğitim, kimsesizlere, fakir fukaraya ya da kadınlara ev, el işi öğreterek yaşama tutunmalarını sağlayacak bir tür hayır işidir. İlim adamı da Allah’ın insanlar için ortaya koyduğunu anlama yeteneğine sahip, sorunları İslami ilkeler doğrultusunda çözmede halka yol gösteren Allah tarafından ödüllendirilmiş fazilet ve kişilik sahibi insandır.
Göçebe kültürden gelen Türklere yerleşik yaşamda tutunmanın yolunu İslamiyet böyle gösterdi. Bu kültürde son yerleşilen yerde tutunamama, buna yol açabilecek karışıklık, dağınıklık, parçalanma korkuları hep diri oldu, diri de tutuldu. Merkeziyetçi gelenek içinde topluluğu kontrol etmek için bu korkular hep kullanıldı. Osmanlı’nın çöküş süreci içinde bu rolü Milliyetçilik üstlendi. Küreselleşmeye yol açan post modern süreçte etnik karmaşa derinleşmeye, siyasi birliği tehdit etmeye başlayınca Milliyetçilik istikrarı korumada yetersiz, çaresiz kaldı. Halkın gelenekten gelen dağılma korkusunun tavan yaptığı durumda İslami anlayışın yıldızı yeniden parladı.
7 Haziran- 1 Kasım seçim sürecine hâkim olan şiddet sarmalı içinde bu korkuların biat kültürünü ortaya çıkaracak şekilde yeniden kullanıldığına tanık olduk. Sonuç da alındı. Şimdi bu rüzgârı arkasına alan İslami duyarlılık, Başkanlık adını verdiği sistemle kendini güvence altına almaya çalışıyor. Anayasa değişikliğini bu duygular rehin alırsa; orada güçler ayrılığı, yerelleşme, özerklik gibi kavramlara yer olmaz. Cumhuriyet başka bir anlam kazanır. Demokrasi, birey, değişim, özgürlük, sivil toplum, laiklik gibi kavramlarla buluşmamız bir başka bahara kalır.
Yararlanılan Kaynaklar:
Alparslan Açıkgenç. Bilgi Felsefesi. İstanbul: İnsan Yayınları, 1992.
Hilmi Ziya Ülken. İslam Düşüncesi. İstanbul: Rıza Coşkun Matbaası, 1946.
Şerif Mardin. Türk Modernleşmesi. İstanbul: İletişim Yay.,1992.
Yorum Yap