Lidere dayalı çözümsüzlük!

  • 3.11.2014 00:00

 Türkiye siyasetinde kullanılan malzeme lidere ait düşünsel cephanelikten gelir. Partilerin düşünce yapıları, siyasi tutumlar liderin kullandığı dil ile jargon ile belirlenir. Liderlere ne kadar yakın ise ya da liderin en yakınındakine ne kadar yakın ise siyasetçi o ölçüde güç ve servet sahibi olur. Kimin güvenilir kimin güvenilmez olduğunu liderin liyakat (uygunluk) algısı belirler. Minnet, biat etme, hesap sorma, bedel ödeme, hainle mücadele siyasilerimizin moral dayanaklarıdır. Lidere endeksli siyaset Siyasi Partiler yasası ile koruma altına alınmıştır. Modernleşme süreci içinde geliştirdiğimiz bu siyasi kültürle ne kadar övünsek yeridir.

Azınlıkta kalan enerjilerin zenginleştirici gücünden yararlanamayan sistem sonuçta içine kapanır, karmaşa içinde derinleşir. Egemen iradenin bütün baskısına rağmen içinde yeni yapının ayak sesleri duyulmaya başlar. Sürece damgasını vuran liderlik bu yeni yapılanma içinden çıkar. Lider bu süreçte insanları bir araya getirir, zafere gidecek yolda strateji geliştirir, akasında yer alan kitlenin hedefi açıkça görmesine yardımcı olur. O yüzden lider kolay yetişmez. Rüştünü ispatlayanın elinden liderliği almak da o yüzden bir o kadar zordur. Liderler siyasi ve toplumsal yapıların var oluşlarını sürdürme, kendini yenileme mekanizmalarının sonuçta birer ürünüdürler. Lidere endeksli siyasi yaşamı üreten mekanizmanın kabaca işleyişi böyledir.

Siyasi partilerimiz modern eğitim süreci içinden devleti çökmekten kurtarmak, ayakta tutmak için ortaya çıkmış özel yapılardır. Siyasi partilerin kurucu, sürdürücü iradesi olan liderler de bu süreçte doğal olarak birer kurtarıcı öz güveni, hırsı, mücadele azmi ve kimliği geliştirirler.

Cumhuriyetle gelen Milliyetçilik toplumun bileşenlerinin nasıl inanacağını, inananın siyasi örgütlenmede ne kadar ileri gidebileceğini yukarıdan belirlemeye çalıştı. Buna direnen “Milli Görüş Hareketi” 28 Şubat sürecinin yarattığı karmaşa içinde ciddi yaralar aldı. R. T. Erdoğan bu çizgi içinden Sünni İslamcıları arkasında toplayacak, giderek iktidara taşıyacak yeni bir yol buldu. Öcalan’da Türk Milliyetçiliğinin yok saydığı koşullarda, Kürtlerin “bu topraklarda biz de varız” demesine öncülük ederken lider oldu. Kürt ulusal kimliği etrafında örgütlenme arayışında belirleyici unsur haline geldi.

Kabul edelim her ikisi de kendi kulvarlarında başarılı oldular, birer lider haline geldiler.

Her lider üzerinde yol aldığı proje üzerindeki başarısına bağlı olarak sonuçta yeni imkânlara kavuşur. Öncülük ettiği hareketin toplumsal değişimin belirleyici unsuru haline gelmesine bağlı olarak yeni güç ilişkileri, yeni yandaşlar, yeni bir durum ortaya çıkar. Yeni durumda elde edilenlerin yeni tehditlere karşı korunması gerekir. Elindekini koruma güdüsü liderin ruh halinde, buna bağlı olarak da davranışlarında değişikliğe yol açar. Lider kendisinden beklentinin yeni koşullarda da sürmesini sağlamak zorundadır.

Bütün bunlar yeni üretim ilişkilerini, yeni iş bölümlerini, ihtiyaçların yeni tarzda karşılanmasını, elde edilen birikimin servetin paylaşımının yeniden düzenlenmesini gerektirir. Bu süreç sonuçta eski ortaklıkları bitirir, yeni kamplaşmalara, yeni düşmanlıklara yol açar. Liderin gölgesinde palazlananlar için lider gün gelir bir yük haline gelebilir.

Bütün bu gelişmeler lidere endeksli siyasal yaşamın olağan meyveleridir.

Bu kültürde taraflar birbirinin hakkından kaba güçle gelemedikleri yerde bir tür bekleme sürecine (moratoryuma) girmek zorunda kalırlar. Savaşçılar yorgun düşmüşlerdir. İnsanların bıkkınlık tepkisi vermeye başladıkları yerde güçlerini toparlamak için savaşa ara vermek ihtiyacı duyarlar. Bunun adını da “çözüm süreci” olarak koyabilirler.

Ama bu süreç içinden kalıcı barış çıkmaz. Halkların barış içinde birlikte yaşaması için kalıcı bir yapı kurmak isteyenlerin henüz çekim merkezi haline gelemedikleri; halkı bu yolda henüz arkalarına alamadıkları yerde “çözüm süreci” bir tür “ateş kes” ilanının ötesine geçmez, geçemez. Ateş kes sonrası orta çıkacak savaş muhtemelen daha yıkıcı olur.

Sünni İslam’ı sistem içinde egemen politik kültür haline getirmek isteyen İslamcılar “başkanlık” görüntüsü artında daha otoriter bir yapı arayışı içinde yol alıyorlar. Bunu da aslında gizlemiyorlar. Rantın yandaşlar arasında yeniden paylaşımı sürecinde açığa çıkan yolsuzluğun, suiistimalin, talanın, kibre dayalı şaşaalı yaşam biçiminin, taşeronlaşma ile gelen dağınıklığın, yoksulluğun,  işçi ölümlerinin üzeri “ileri demokrasi”, “yeni düzen”, “millet iradesi” gibi kavramlarla örtülmeye çalışılıyor. Oy devşirilen tabana savaşılacak hedef olarak “Paralel Yapı” gösteriliyor. Seçime hazırlanıldığı süreçte “Çözüm süreci” ile kamuoyuna umut pompalanıyor, zaman kazanılıyor.

Bütün bunlar 2015 genel seçimlerinde ortaya çıkacak “millet iradesini” bir biçimde sağlama almak için yürürlüğe konuyor. Seçim sonuçlarından Başkanlık sistemine geçmek için yeterli gücün devşirilemediği yerde büyünün bozulacağını, sürecin altında kalacaklarını liderler her halde görüyorlar. Son günlerde siyasi tansiyonun giderek artmasını sadece Kobane gelişmesine bağlamak o yüzden çok doğru değil. 2015 genel seçimleri yaklaşırken liderler bir tür var olma yok savaşına hazırlanıyorlar.

A.Öcalan İmralı’da esir tutulduğu koşullarda siyasi yaşama çözüm süreci ile bağlandı. Dostuna düşmanına hala önemli olduğunu gösterme, Kürt hareketi üzerindeki otoritesini mobilize etme, Kürt hareketinin iplerini yeniden ve fiilen elinde tutma fırsatı buldu.

Burada sorguladığımız liderlerin çözüm süreci ile barışı gerçekten arzulayıp arzulamadıkları değil kuşkusuz. Sonuçta barış içinde yaşamayı herkes ister. Ancak lider için “çözüm süreci”, yaşama bir biçimde tutunmanın, kendini korumanın, karşıtını etkisizleştirmenin,  zaman kazanmanın bizzat aracı haline gelmişse orada sürecin güvence altında olduğu nasıl söylenir? Orada pamuk ipliğine bağlı bir durum söz konusu değil midir?

Oysa çözüm süreci en sağlıklı güvenceyi kuşkusuz kitlelerin yükselen barış talebi önünde liderlerin boyun eğmek zorunda kalmasında bulurdu. Akiller Heyeti liderlerin kamuoyunu yönlendirmek için değil kamuoyu adına liderlerin barış için attıkları adımları denetlemek için ortaya çıkan bir yapı olsaydı o zaman “çözüm sürecinin” sürdürülebilirliği daha güvence altında olmaz mıydı? Sürece yönelik provokasyonlar, her iki tarafında ortak iradesi ile zamanında açığa çıkmış olsaydı, Paris’te Sakine Cansız’ı katledenlerden (2013), Roboski katliamı (2013) sorumlularından hesap sorulabilseydi çözüm sürecinin başına bugün bunlar gelir miydi?

Çözüm sürecinin sağlıklı bir biçimde yürüyebilmesi için elbette her iki tarafta da ne yaptığını bilen liderlere ihtiyaç var. Mandela olmasaydı Güney Afrika bugün barışı göremezdi. Ama liderin sürece, sürecin lidere mahkûm hale geldiği yerde işin rengi değişir. Birinin çıkıp “Çözüm sürecine mahkûm değiliz” dediği yerde lidere dayalı çözüm, lidere dayalı çözümsüzlüğe dönüşüverir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums