- 3.03.2014 00:00
Eğitim Sisteminde görev yapan yöneticilerin yasama organı eliyle görevden alınmasına, yasama organın kadrolaşma aracı olarak kullanılmasına cumhuriyet tarihinde ilk kez tanık oluyoruz.
Mecliste dün yasalaşan “Milli Eğitim Temel Kanununu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile dört yıldan beri Okul Müdürü ve Okul Müdür yardımcısı kadrosunda görev yapan 40 bine yakın yöneticinin görevine son verildi. Üç-dört yıl içinde bunu bir 35 bin civarında okul yöneticisi daha izleyecek. Ayrıca Talim Terbiye Kurulu Üyelerinin, il ve ilçe müdürlerinin, müdür yardımcıları ile şube müdürlerinin görevlerine de bu yasayla son verilmiş oldu.
Böylece hükümet, canın istediğini istediği yere atayacağı dikensiz gül bahçesine dönüştürmüş oldu eğitim sistemini. Yasanın gerekçesinde, yöneticilerin görev alanlarını dört yıllık dönemler halinde yeniden düzenliyoruz, demekle yetiniliyor. Bu yasa yoluyla doğrudan kadrolaşmaktır.
MEB’in merkez ve taşra teşkilatlarında görevlendireceği yöneticileri alanlarında uzman olacak biçimde yetiştirme gibi bir amacı yok. Böyle niyeti olsa, 2005 yılında sisteme yönetici yetiştirmek için başlatılan Milli Eğitim Akademisi oluşturma girişimi, AKP iktidarında geçen dokuz yıl içinde on kere sonuçlandırılırdı. Hükümetin amacı belli, aldığı kararları kurumların başında hayata geçirecek sadık hizmetkârları devşirebilmek.
Bu yasa, Talim Terbiye Kurulunu program ve program materyallerini hazırlayan, son şeklini veren bir bilim kurulu ve karar organı olmaktan da çıkarılıyor. Bu kurul üyeleri, artık müsteşarın önlerine koyduğunu incelemekle görevli birer memur haline geliyorlar. Bu demektir ki MEB artık bünyesinde bilimsel konularda belirleyici bir karar organı, bilim kurulu istemiyor.
Gerekçe de şu: TTK, bakanlık teşkilatında ikilik yaratıyormuş, Tevhidi-i Tedrisat yasasına aykırılık ortaya çıkıyormuş. Oysa öğretimde birlik adına bu yasayla eğitim alanında keyfiliğin ve denetimsizliğin önü açılıyor. Pedagojik alanda bütün kararları artık Bakan ve Müsteşar verecek. Toplumda istikrar ve değişimin belirleyici aracı olan eğitim gibi kuramsal ve uygulamalı bir alan, tümüyle siyasetin oyuncağı haline geliyor. MEB tümüyle siyaseten yönetilen bir kurum oldu.
Bundan sonra ders programları artık bakan ve müsteşarın dudakları arasında belirlenecek. Programlar için oluşturulan kurullar hep geçici olacak. Program ortaya çıkınca işleri bitecek. Programlar FATİH projesi ile ortaya çıkan tabletlere yüklenecek, çocuklara dağıtılacak, denetçiler aracılığı ile de öğretmenlerin programları nasıl uyguladıkları denetlenecek. Anlayacağınız program geliştirmenin ruhuna MEB eliyle Fatiha okundu.
Bu kadar Tevhidi-i Tedrisat aşığıydınız da, genel liselere paralel eğitim veren İmam Hatip Liselerini niye mesleki eğitim kurumu kisvesi altında sürekli güçlendirdiniz? İmam Hatipler, eğitim birliğini bozmuyor mu, mesleki eğitim kavramının içi boşalmıyor mu? Bir yandan orta öğretim ortak sınavlarında başarısı düşük öğrencilere İmam Hatip Liselerini adres gösteriyor, öte yandan memurunuzu bu okulları bitirenlerden seçmeye çalışıyorsunuz. Bu durumda aslında açıkça “benim istediğimi yapacak kadar imanı bütün olsun da varsın biraz aklı kıt olsun” demiş olmuyor musunuz?
1 Ocak 2014’e kadar dershanelerde çalışan, bu tarihe kadar altı yıl sigortası ödenmiş öğretmenler, KPSS’ye girme şartı aranmadan Milli Eğitim Sisteminde aday öğretmen olarak işe başlayabilecekler. Dershanede çalışıp da altı yıldır sigortası ödenen kaç öğretmen çıkar acaba? Üç, beş yıldır dershanede çalışan öğretmenin günahı ne? Kendi sisteminde adaylık için bir yıllık süreyi uygun görüyorsun da, dershanelerden gelenlerden niye altı yıllık deneyim istiyorsun?
KPSS gibi zorlu bir sınavdan geçip, sisteme girmeyi başaran öğretmene yasa, devletin kadrolu öğretmeni olmaya hak kazanabilmesi için; görev yapılan bir yıl içinde herhangi bir disiplin cezası almama koşulu getiriyor. Aday öğretmen bu bir yıl içinde diyelim müdürle takıştı kınama aldı, bir basın açıklamasına katıldı, ya da sizi protesto ederken polis yaka paça gözaltına aldı, ne olacak? Kapının önüne mi koyacaksınız öğretmeni? Ailesinin o gence on yedi yıldır verdiği emeği, gencin on yedi yıl öğretmen olmak için çabasını bir kınama, bir gözaltı ile “sıfırlamaya” ne hakkınız var?
Dahası var, bir yıl içinde ortaya koyduğu performans değerlendirmede başarılı olmaları halinde bile aday öğretmenler yazılı ve sözlü sınava alınıyorlar.
Öğretmeni zaten sınavla sisteme almışsınız, bir yıllık performansını da değerlendirmiş, başarılı bulmuşsunuz, daha ne istiyorsunuz? Öğretmeni niye yeniden sözlü, yazılı sınava alıyorsunuz? Ne soracaksınız gence, hangi televizyon kanalını izlediğini, hangi gazeteleri okuduğunu, internette hangi sitelere girdiğini mi? Yurt dışında görevlendireceğiniz öğrencilere uygulayacağınız sözlü sınavda soracağınız sorularda ne ölçeceğinizi ortaya koyuyorsunuz da, aday öğretmenlere soracağınız sorularda ne ölçeceğinizi yasaya niye koymuyorsunuz?
Bakanın atayacağı komisyon okulda performansı değerlendirilmiş öğretmenin yeniden nesini değerlendirecek, size uygun olup olmadığını mı? O okulun idarecisi yok mu, eğittiği çocukların aileleri yok mu, zümre arkadaşları yok mu? Aday öğretmenin performansını belirlemeyi, emeğine tanık olan, emeğinin muhatabı olan insanları temsil eden bir komisyonun ölçmesine bıraksanız kıyamet mi kopar? Neden okuldaki insanlara güvenmiyorsunuz, siz onlardan daha mı iyi bileceksiniz aday öğretmenin okula uygun olup olmadığını?
Kapıkuluna aday seçen devşirme komisyonlarına benzer komisyonlarla sisteme aldığınız elemanlarla mı arttıracaksınız eğitimin kalitesini, sürekli görevini değiştirdiğiniz, elinizde oyuncak olan yöneticilerle mi çözeceksiniz eğitim sisteminin Sorunlarını?
Milli Eğitim Bakanının verdiği rakamlara bakarsak bugün Türkiye’de 3500 dershane, bu dershanelerde öğrenim gören 1.220 bin öğrenci, dershanelerde öğretmenlik yapan 53 bin öğretmen var. Meclisten geçirilen bu yasa ile dershanelerle birlikte MEB’e bağlı devlet okullarının da özel okullara dönüşme süreci başlıyor.
1 Eylül 2015’e kadar özel okula dönüşme taahhüdünde bulunan dershaneler, 2017-2018 eğitim öğretim dönemine kadar özel okula dönüşmek üzere vakit kazanıyorlar. Dershaneler bir araya gelerek MEB bünyesindeki okullardan birini işletmeye talip olabilecekler. Başvuranlardan uygun gördüklerine MEB 10 yıl boyunca devletin eğitim kurumlarını kiraya verecek. Yanlış duymadınız. MEB ben bu işi beceremiyorum deyip okulların işletmesini kapattığı dershanelerin sahiplerine kiraya veriyor. Yani eğitim alanında ortaya çıkacak yeni mültezimlere rant kapısı açılıyor. Hatta bu mültezimlere dersliklerde boş kalan öğrenci kapasiteleri için derslik başına belirlenen azami öğrenci sayısı üzerinden “eğitim ve öğretim desteği” vermeyi devlet taahhüt ediyor.
Bunun bir anlamı da şu:
AKP başını ağrıtmayan, iradesini kabul eden, politikalarına uygun davranan dershane sahiplerini ödüllendiriyor. Okul gibi bir işletmeyi on yıl gibi kısa bir süre işletmek için siz yatırım yapar mısınız? Doğal olarak on yıl sonra size “okulu boşalt” denmeyeceğini biliyorsanız, yani hükümet nezdinde güvenilir olduğunuza inanıyor, hükümet ile iyi geçiniyorsanız bu okullara talip olursunuz.
Anlayacağınız Hükümet okul ve dershaneleri kapatarak Cemaatin çanına ot tıkarken, başbakanın oğlunun yönetiminde olduğu TURGEV gibi vakıflara da gün doğuyor. Yandaş iş adamı, yandaş basının yanı sıra bir de yandaş özel okullarımız olacak artık. Dershane operasyonundan hükümetin nasıl başarı ile çıkmayı planladığını artık daha iyi anlıyoruz. Yandaşlara dayan, karşıtlara kahir gücünü göster ve yönet politikası değil mi bu?
Dikkatinizi bir daha çekelim. Bu “eğitim öğretim desteği” çocuğunu özel okula gönderdiği için aileye yapılmıyor; boş kalacak sınıflar için özel okul sahiplerine dağıtılıyor. Bu noktada vatandaş olarak hükümete “vergilerimle kurulan devlet okullarını ne hakla özel kişilere devreder, özelleştirirsin; eğitimin finansmanı için benden topladığın vergiyi ne hakla okul işleten özel şahıslara dağıtırsın” diye sormayacak mıyız, davalar açmayacak mıyız?
Bu yasayla bir yandan da MEB’in örgütsel yapısı aslında yeniden düzenliyor.
Bakanlık bünyesinde Rehberlik ve Denetim Başkanlığı oluşturuluyor. MEB’in merkez ve taşra örgütlerinde görev yapan bütün müfettişler ve rehberlikçiler bu kurumun bünyesinde toplanıyorlar. Yasaya bakarsanız bu kurum “hem eğitici, rehberlik yaklaşımını ön plana çıkaran bir anlayışla işbaşında yetiştirme işleri” yapacak,“gerçek ve tüzel kişiler ile gönüllü kuruluşlara, özel öğretim kurum faaliyetlerinde yol gösterecek”, hem “bakanlıkça sunulan hizmetlerin kontrol ve denetimini” yapacak, hem de “usulsüzlükleri önleyecek, inceleme ve soruşturma” işlerini yapacak.
Rehberlik, gönüllülük temelinde sürdürülmesi gereken bir yardım ve destek faaliyetidir. Doğasına özgü bir anlayış ve örgütlülük ile sürdürülebildiğinde başarılı olur. Usulsüzlükleri önleme, soruşturma, genelge ve yönetmeliklere uyulup uyulmadığını denetleme birimini bir de rehberlik ile görevlendirirseniz, aslında rehberliği bir biçimde gözden çıkarmış olursunuz. Bir öğretmen ya da yönetici kendisini denetlemeye soruşturmaya, yargılamaya gelenden gönüllüce yardım alabilir mi? “Emrin olur amirim, sen ne dersen o olur” demez mi? Şimdiye kadar hep böyle olmadı mı?
Milli Eğitim Sisteminin zaten oldukça merkeziyetçi olan yapısı, bu yasayla siyasi kadrolaşma zemini yaratılarak, bütün yetkiler bakan ve müsteşarın elinde toplanarak daha da güçlendirilmiş oldu. Bunun asıl vahim sonucu da şudur.
Bir sistemin açık sistem olarak varlığını sürdürebilmesi, sistemdeki karışıklığın kontrol altında tutulabilmesine, gelişip güçlenmek üzere yaşanan deneyimlerden dersler çıkarılabilmesine; sonuçta sistem içinde dönütün (işletim bilgisinin) aşağıdan yukarıya yeterince üretilip üretilmediğine bağlıdır. Bu yapılamazsa sistemi yönetenler alt sistemlerde gerçekte ne olup bittiğinin bilgisine gerçekçi ve objektif bir biçimde sahip olamazlar, elde ettikleri bilgiyi kullanarak sistemi yeniden üretim için yeterince hazırlayamazlar. Programlar gelişebilmek için gerekli besini yeterince alamazlar. Çünkü talimatla görevlendirdiğiniz görevli, sonuçta sizi memnun edecek bilgiyi size taşır, sizi rahatsız edecek olanı değil. Eşyanın tabiatı gereğidir bu.
Oysa mevcut durumda eğitim sisteminde zaten bir sistem birliğinden söz etmek mümkün değil. Bu kadar merkeziyetçilik, gerçekte denetimsizliğin, devlet memuru zihniyeti ile durumu idare etmenin önünü açıyor. Verilen eğitimin kalitesi düşük. Eğitim sisteminde fırsat eşitliği yok. Orta öğretimin mesleki eğitime, meslek edindirmeye katkısı, üniversitelerin bilim üretme kapasiteleri oldukça düşük. Okullarda üretilen de yaşama taşınamıyor, yaşamı zenginleştiremiyor. Ulusal ve uluslar arası ölçümler, analizler bize bunu gösteriyor.
Bu yasanın eğitim sisteminin bütün bu kronik sorunlarını çözmeye mecali yok, niyeti de yok. Bu yasanın eğitim sistemine getirecekleri sadece kadrolaşma, özelleştirme ve keyfiliktir. Bu yasa, Milli Eğitim Sistemini açık ve denetlenebilinir bir sistem olmaktan tümüyle çıkarır. Eğitim sistemindeki karmaşa daha da büyür, derinleşir, moral değerler daha da yıpranır, ailelerin cebinden eğitim için daha fazla para çıkar, eğitim kurumları özel kişilere peşkeş çekilir, eğitim camiasında huzursuzluk ve çatışma daha da büyür.
İstediğiniz bu mu?
Yorum Yap