İSLAMİ EĞİTİM NASILDI? NE GETİRDİ?

  • 18.11.2013 00:00

 Sayın Başbakan yaşam biçimlerine müdahale etmiyoruz; bize iki yüz yıldır çok çektirdiler, yaptıklarımızla eşitliği, çeşitliliği sağlıyoruz diyor. Kendisinden ilham alan bir köşe yazarı da azınlıkta kalanları özgürlüklerini kullanmamaları için uyarıyor. Arkasından çoğunluğun baskısını hak edersiniz diye de tehdit ediyor. Bir diğeri daha da ileri gidiyor; Cumhuriyet’in dindarlarca fethi gerçekleşti, Şeriat’ı raftan indirirsek demokrasi gelir, diyor.

Gerçekten böyle mi olur bunu görebilmek için, orijinal yapısını Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481) bulan II. Selim’den (saltanatı:1566-1574) itibaren de asıl işlevini hızla yitirmeye başlayan Osmanlı Klasik Eğitim Sisteminde Şeriata göre eğitimin nasıl sürdürüldüğüne gelin bir göz atalım.

Osmanlı Eğitim Sistemi’nin şerri ve örfi hukuk ikiliğine dayalı parçalı bir yapısı vardı. Padişahı koruyacak silahlı güç (yeniçeriler) Acemi Oğlanlar Kışlası’nda, padişahın hizmetini görecek kul ihtiyacı (kapı ağaları) Enderun’da devşirmelerin mesleki eğitim temelinde, usta-çırak ilişkisi içinde yetiştirilmesi ile karşılanırdı. Enderun’da öğrenciler dini eğitiminin yanı sıra töre eğitimi de alırlardı. Bu eğitimin masraflarını padişah cebinden karşılar, sonra da kendisine en iyi hizmeti sunan kulları çeşitli devlet görevlerine mülküne sahip çıkmaları için atardı.

Sistemi meşrulaştıracak, sosyal ilişkileri ayakta tutacak kural koyucular (müftüler) ve bu kuralları uygulayacaklar (kadılar) ise Şeyhülislam’a bağlı vakıflarla yönetilen medreselerde müderrisler tarafından yetiştirilirdi. Medreselerden yetişen Şeyhülislam, Kazasker, müftü, müderris, cami hocaları ilmiye sınıfını oluştururlardı. Halk ise eğitim ihtiyacını tekkelerde, ahi örgütlerinde, sübyan mekteplerinde kendi olanakları içinde karşılardı.

Bütün bu eğitim kurumlarında eğitim, sonuçta İslamiyet’in gösterdiği yolda sürdürülürdü.

Sübyan mekteplerinden gelen, masrafları vakıflar tarafından karşılanan, dört bir tarafı duvarlarla çevrili, avluya bakan küçük odalarda yatıp kalkan gençler (softalar, danişmentler), hoca talebe ilişkisi içinde bire bir eğitim görürler,  halkla her hangi bir ilişkileri olmazdı.

Medreselerde eğitim tümüyle kitaba, müderrisin otoritesini koşulsuz kabule, verileni sorgulamadan almaya dayalıydı. Eğitimde temel yöntem tekrar ve ezber yoluyla hafıza kullanımıydı. Akıl yürütmeler tasım (kıyas) yoluyla yapılır, tasım yoluyla karara varılırdı. Tartışma hoş karşılanmaz. Deney gözlem ve araştırmaya ise eğitimde hiç yer verilmezdi.    

 “İslam” “teslim” sözcüğünden gelir. Kendi özgür iradesi ile Allah’a bağlanan mümin, kendi vücudu dâhil dünya nimetlerini Allah’ın gösterdiği yolda kullanma sorumluluğu (Velayet-i Hassa) üstlenir. Devlet İslam devleti olduğuna göre, toplumun içinden çıkan en iyi inanan (mümin) olarak Hükümdar da Allah nezdinde toplumu doğru yolda tutma sorumluluğunu (Velayeti Amme) yüklenmiş olur. Hükümdarın hükmetme yetkisi ve gücü de asıl buradan, “Halife” olmasından gelir.

Uhrevi olandan ayrı bir dünyayı, uhrevi olandan ayrı özel yaşamı reddettiği; aynı zamanda yaşama biçimi olduğu için İslamiyet, teokratik siyasi yapı için özü itibari ile oldukça elverişli bir referanstır.

Hayır ve şer Allah’tan geldiğine göre İslami olanın dışında bir bilgi de olamaz. Her tür bilgi sonuçta Tanrı vergisidir. Gayba iman etmeyen şahadet (gözlem) alanında işlem yapamaz. Bu nedenle eğitim sistemi içinde verilen bütün dersler kaynağını İslamiyet’ten alır. İslam’ın bilgi kaynakları da bellidir: Kuran, Hadis, İçtihat ve İcma-i Ümmet (meşveret yoluyla karar verme).

Zenginleşen sosyal yaşamın ihtiyaçlarını karşılamak üzere Kuran’a yeni anlamlar verme Tefsir, özel ve sosyal yaşamla ilgili karşı karşıya kalınan sorunları çözme Fıkıh, HZ. Muhammet’in sözlerinin toplanması, tasnifi Hadis ilimlerinin doğmasına yol açmıştır. Mezheplere karşı mücadele etmede düşünsel alt yapı bulma arayışı İslami inançların akıl ve mantıkla kanıtlanmış biçimi olan Kelam’ın ortaya çıkmasına; dünya nimetlerine ilginin artması, sefahat ve israfın yaygınlaşması, sorunların akıl yoluyla çözülmeye çalışılmasına duyulan tepki de Tasavvuf’un ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Medreselerde okutulan Hesap, Hendese, Cebir, Tabiyyat, Nahiv (sentaks), Sarf (Arapça Gramer) hep İslam geleneği içinde ortaya çıkmış bilim dallarıdır. 

Eğitim ve öğretimde amaç Allah’ın rızasını kazanmak olduğuna göre İslam düşüncesinde eğitim ve öğretim aynı zamanda dini bir görevdir. Bu nedenle İlim adamı Allah’ın insanlar ile ilgili ortaya koyduklarını en iyi anlayan ve bu yolda halkı aydınlatan olarak saygı görür. Ulemaya Allah’ın gözünde en makbul mertebe ile ödüllendirilen insan olarak bakılır. Ama aynı zamanda bu büyük bir sorumluktur. (Öymen- Dağ 1974: 12)

Ancak Ulema, Batı’lı anlamda bir bilim insanı da değildir.

Çünkü Batılı anlamda bilim insanı açık görüşlüdür, karşıt görüşlerde mantık arar, hiçbir dogma ile kendini sınırlandırmaz, bilimdışı görüşlere karşı taviz vermez, kuşkucu olmak durumundadır. Bu ise İslami açıdan gayb’ın sorgulanması anlamına gelir. Amaç sadece bilim olduğunda şeytan pekâlâ ilmi olabilir. Şia'i hadislerden birinde Hz. Muhammet’in tarih, dilbilim ve şiir ile ilgilenen bir kişiyle ilgili olarak “o öyle bir ilimdir ki, sahip olmayana hiç bir zararı olmaz, sahip olana da hiç bir faydası yoktur” dediği; arkasından da “Kuran, hadis ve fıkıh dışında ilim fazlalıktır” diye eklediği rivayet olunur. (Öymen- Dağ 1974: 8) İslami gözle baktığınızda Darwin’in evrim kuramını “bilim” kapsamında değerlendiremezsiniz.

Batı’da Skolâstik anlayışının hüküm sürdüğü, kilise dışında bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığı dokuzuncu, on birinci yüzyıllar arasında İslam Dünyası’nda aydınlanma dönemi yaşanır.

Özellikle Meşşai’ler olarak adlandırılan El Kindi (- 872), Farabi (870-950), İbni Sina (930), El Buruni, Razi, döneminde Aristoteles ve Platon’un en iyi yorumcusu olarak kabul edilen İbn-i Rüşt (1126-1198) Matematik, Fizik, Tıp ve Felsefe alanlarında yaptıkları çalışmalar ile Skolâstik dönemden çıkabilmesi için Avrupa’ya önemli katkılarda bulunmuşlardır. (Türer, 2011:98-99)

Ancak İslam ve Türk dünyasında medrese geleneğinin yerleşmesi ile birlikte ilim adamları devletin kontrolü altına girdiler. Birer devlet memuru olarak İçtihatlarını özgürce yapamaz hale geldiler. İslam dünyasında artık Galileo, Hegel, Descartes gibi felsefecilerin, matematikçilerin, fizikçilerin, şüphecilerin yetişebileceği bir özgürlük ortamı yoktu.

XIV.-XV. Yüzyıllarda Avrupa Rönesans’ı (uyanış) yaşarken, Burjuvazinin matematik bilen, muhasebe bilen eleman yetiştirme talepleri doğrultusunda kilisenin içinden deneye ve gözleme yer veren daha hoş görülü modern bir eğitim ortaya çıkarken Klasik Osmanlı Devleti henüz daha yeni kurumsallaşıyordu. Osmanlı nasihatin, yer yer de dayağın belirleyici olduğu eğitim ortamı içinden derleyici ve kuralcı (dogmatik) bir ulama tipi yetiştirmekle meşgulken Gutenberg Avrupa’da matbaayı çoktan bulmuştu (1451). XVII. Yüzyılda Ulema topu temizlemek için domuz kılından fırça yapmak günah olur mu olmaz mı diye tartışadursun Avrupa’da klasik mekaniğin temelleri atılıyordu. Newton teleskopu geliştirirken Ebu İshak Efendi, Petervaradin’de (1715) şehit düşen Sadrazam Ali Paşa’nın astronomi kitaplarını verdiği fetva ile kütüphaneye almıyor, sokağa atıyordu. (Adıvar:178)

Klasik Osmanlı Eğitim Sisteminin işlevsel olduğu iki yüz yıl boyunca, bu eğitim sisteminin içinden tek bir bilim insanı çıkmadı, çıkamadı. Hocazadelerin, Ebu Suutların, Molla Güranilerin, Akşemsettinlerin, Kınalızadelerin, Alaaddin Tusi’lerin,  Molla Hüsrevlerin hepsi sonuçta hepsi birer gönül adamıydı. Bunların hiç birini Batı’nın Descartes’iyle, Erasmus’uyla, Galileo’suyla, Newton’uyla kıyaslayamazsınız. Bu dönemde yetişmiş, Osmanlı’da bilim adamı olarak nitelendirilebilecek tek isim, medrese dışında yetişmiş (Enderun) Kâtip Çelebi’dir (1609-1657). Onu da Klasik Osmanlı Eğitim Sistemi’nden çok modern eğitim içinde ele almak gerekir.

Osmanlı Klasik Eğitim Sistemi’nde esas olan değişim değil değişmezlikti. Amaç, padişah ile kapıkulu, usta ile çırak, müderris ile softa, pir ile mürit arasında baştan belirlenmiş statükoyu, yani mevcut düzeni (Nizam-ı Alemi) “anı daim” olarak koruyabilmekti. İnsanların artan ihtiyaçlarını karşılamak, ülkeyi kalkındırmak değil; bir çeşit gönül eğitimi ile “ahret imarını mamur” edebilmekti. Zaten “ulema” demek İslam cemaatini İslami ilkeler etrafında bir arada tutan demekti. (Aşıkpaşazade, 1970:231)

O nedenle bizde modern eğitim, gene geleneksel düşünceye dayalı fakat ulema sınıfının içinden değil, ulamanın diş geçiremediği askeri alanda ve ulemaya rağmen, çarpık bir biçimde ortaya çıktı. Çarpıktı, çünkü modern eğitimden murat, artan iş bölümü ve ihtiyaçlar karşısında yetersiz ve işlevsiz kalan, bozulan medrese eğitimini aşmak değildi. Savaşları eskisi gibi karlı hale getirebilecek, devleti ayakta tutacak, çökmekten kurtaracak askeri sınıfı yetiştirebilmekti. 1727 yılında III. Ahmet’in Üsküdar’da açtığı ilk Hendesehane yeniçerilerin öğrencilere saldırmaları sonucu kapandı.

III.Mustafa Macar soylularından Baron de Tott’dan Üsküdar’da bir matematik okulu açmasını ve yönetmesini istedi. Dönemin ünlü geometricileri buna itiraz ettiler. Padişah da karşı çıkanları hakem heyeti önünde sınamak istedi. Padişahın huzurunda toplanıldı. Baron de Tott ünlü geometricilere bir üçgenin iç açılarının toplamını sordu. Hocalar birbirlerine anlamsız baktılar; içlerinden en cesuru “üçgenine göre değişir” yanıtını verdi. (Adıvar:159-202; Türer:11-131)

1827 yılında açılan askeri tıbbiyede, öğrenciler ulema korkusundan kadavra üzerinde çalışamaz, resimlerle yetinmek zorunda kalırlardı. Sınıflarda karatahtanın kullanılmasına bile ulema “kara tahta üzerine ak yazı yazılmaz” diye karşı çıktı. 1870 yılında açılan ilk Darülfünun’un (İstanbul Üniversitesi) ömrü ulemanın başkaldırması nedeniyle ancak altı ay sürdü.

Örnekler çoğaltılabilir.

İşlerin kötü gittiği koşullarda ulema rüşvet yoluyla tayin ve azillerde daha fazla rol oynamaya başladı. Ulemanın oğlu ulema oldu (Beşik ulemalığı). Derse girmediği halde maaşını alan müderris sayısı hızla arttı. Bu arada İslam düşüncesinde katılaşma, ulema içinde bölünme de hızlandı. Şeriatın katı bir biçimde uygulanmasını isteyen Kadızadeler ile Halveti ve Mevlevi tarikatlarına mensup ilim adamları birbirlerine düşman hale geldiler. Medrese öğrencileri isyanlara daha fazla karışır hale geldi.

İki yüz yıldır bize çok çektirdiler, diyen Sayın Başbakan’a iki yüz yıl öncesinde yaşanan bütün bu olayları biri hatırlatmalı. Ortaokul öğrencisine Kuran dersi koyarken, öğrenci evlerinde kızlı erkekli kalınmasına bayrak açarken kadim bir kavgayı nasıl alevlendirdiğini anlamasına birileri yardımcı olmalı.

Atatürk İlke ve İnkılâpları gibi bir dersin üniversite dâhil okullaşmanın bütün düzeylerinde ders olarak verilmesi ne kadar yanlışsa, bu gün Hz. Muhammet’in Hayatı’nın ortaokulda ders haline getirilmesi de o kadar yanlıştır. Bunlar ancak tarih dersi içinde birer konu olabilir.

Temel eğitimi iki farklı anlayışla sürdürmenin moral değerlerde aşınmaya yol açacağını; eğitim sisteminde daha fazla karışıklığa yola açacağını nasıl görmezsiniz? 

Lise düzeyinde isteyene okut, zaten okutuyorsun; dokuz, on yaşında çocuğa Kuran’ı niye dayatıyorsun? Belki o çocuk ergenlik döneminden sonra kendine başka bir yol çizecek ne biliyorsun? Velinin onayını almış olmak çocuğa belirli bir inancı, yöntemi dayatmak için gerekçe olabilir mi? İster hükümet olun, ister aile; inancınızı çocuğa dayatmaya, çocuğun nasıl bir siyasi tercihe sahip olması gerektiğine karar vermeye ne hakkınız var?

Oldu olacak MEB ile HSYK’yı Diyanet İşleri Başkanlığına bağlayıverin de olsun bitsin!

KAYNAKLAR

Adıvar, Adnan. Osmanlı Türklerinde İlim. Beşinci Basım, İstanbul: Remzi, Kitabevi, 1991.

Aşıkpaşaoğlu (Aşıki, Ahmet). Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Derleyen: Atsız. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1970.

Sakaoğlu Necdet. Osmanlı Eğitim Tarihi. İstanbul: İletişim yayınları, 1991

Öymen, Hıfzırrahman R.- Dağ, Mehmet. İslam Eğitim Tarihi. Ankara: Milli Eğitim Basımevi,1974.

Türer, Ali. Türk Eğitim Tarihi, Ankara: Detay yayınları, 2011.

 

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums