Milliyetçilik kötü de İslamcılık iyi mi?

  • 25.02.2013 00:00

 Milliyetçilik tartışmaları Erdoğan’ın kendi meşrebince yaptığı katkılarla son günlerde hız kazandı. Erdoğan “Türk milliyetçiliğini de Kürt milliyetçiliğini de ayağımızın altına alıyoruz” “Her türlü Kafatası milliyetçiliğine karşıyız” diyor.”76 Milyonu tek bir millet olarak görüyoruz” diyor. Tam Erdoğan etnik kimliğe dayalı milliyetçilik yapanlarla arasına mesafe koyuyor; bu devleti yöneten zihniyette bir yumuşamaya işaret ediyor diye düşünüyorsunuz; arkasından “Arnavut kökenli olduğu halde İstiklal Marşı’nın sözlerini yazan Mehmet Akif milliyetçi değil miydi?” diyor.

O zaman kendinize soruyorsunuz. Erdoğan’ın etnik birlik arayışının yerine İslami birlik arayışını koyması daha mı az sorunlu? Dini referansa dayalı siyasi birlik arayışı etnik yapı ya da etnik kültüre dayalı siyasi birlik arayışından daha mı az tehlikeli bu topraklar için?

Şerif Mardin bu topraklarda Türkçülüğe yönelişin bir mitos yaratma arzusu ile değil, siyasi zorlamaların sonucu ile olduğunun altını çizer. Osmanlıcılıktan Türkçülüğe yönelişin ihtiyaçlar ve zorunluluklar sonucu olmasında olduğu gibi, siyasi birlik arayışında etnik kültürden yeniden dini içeriğe eksen kaymasını da, siyasi zorlamaların bir sonucu olarak mı görmek gerekiyor bugün?

1860’lı yıllarda Süleyman Paşa askeri okullarda Türkçülük akımının ilk ipuçlarını verirken, ne halk ne de siyasi kadrolar içinde bu akıma karşı özel bir ilgi yoktu. O yıllarda Türkçenin bir grameri olabileceği bile henüz düşünülemiyordu. Ahmet Vefik Paşa hazırladığı Türkçe sözlüğe tepkilerden çekindiği için olsa gerek “Türkçe sözlük” diyemedi; “Lehçe-i Osmanî” adını verdi. Mehmet Emin Yurdakul’un Selanik’te ilk Türkçe şiirleri yazdığı dönemde (1907), kimse dönüp yüzüne bakmadı.

“Türkçülük” bilindiği gibi önce Çarlık Rusya’sı altındaki Türkî coğrafya da doğdu, oradan Türkiye’ye taşındı. Kırımın Bahçesaray Belediye Başkanı (1878) İsmail Gaspıralı, Azeri Türklerinden Ahundzade Mirza Fetih (1841-1914), Tatar Türklerinden Yusuf Akçura Ziya Gökalp’i etkileyen ilk Türkçülerdi.

Ziya Gökalp ne bir paşa torunuydu, ne de askeri sınıf içinden geliyordu. 1911den 1918’de dağılışına kadar İttihat ve Terakki’nin genel sekreterliğini yaptı. Kelimelerin analizinden yola çıkarak geliştirdiği eklektik pozitivist düşüncelerle sürecin Tükçülüğe dönüşmesinde belirleyici rol oynadı. Çünkü ortaya koyduğu düşünceler, zamanın ruhuna uygun düşüyordu. Ziya Gökalp dâhil bütün İttihatçı düşün adamları (Mizancı Murat, Ahmet Rıza Abdullah Cevdet) İslamcılıkla, Türkçülüğü uzlaştırmaya çalıştılar.

Kurtuluş savaşının başarıya ulaşabilmesi için geçici bir süreliğine ortak payda olarak Türkçülülükten daha çok İslamcılığın kullanılması gerekiyordu. Öyle de oldu. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte siyasi birlik Ziya Gökalp’in açtığı yolda Türk etnik kültürü temelinde sağlanmaya çalışıldı. Ermeni, Rum, Yahudi azınlıklar göçe zorlandı. Kürtlere, İslamcılara komünistlere göz açtırılmadı. 1929 ekonomik bunalım ile birlikte dünyada ortaya çıkan siyasi iklim de buna uygundu. Ekonomide devletçilik, siyasette milliyetçilik yükselen değerlerdi. 

Milleti millet yapacak “kıymet hükümleri” milli duygular ve kültür ile ilgili kavramlardı. Kültür ise milletin karakteriydi. Kültür halkta mefkûre olarak birikir bireyde örf biçimde devam ederdi. Daha sonra toplumun yasalarında içselleşirdi. Birey iradesini ülkünün aydınlattığı yolda kolektif bilinç içinde eritebilmeli toplumsal kişilik haline gelebilmeliydi. Bu da eğitimin “milli” karakterde örgütlenmesiyle mümkündü.

“Gerçek yaratışları” ise sadece bir milletin damgasını taşımazlardı, uygarlık ile ilgiliydiler; dışarıdan ithal edilebilirlerdi. Öyleyse bilim ve fenni nerede ise oradan alıp halkın kafasına eğitim yolu ile koymak gerekiyordu. Millet ancak böyle güçlenebilirdi. Ancak uygarlıkla gelecek dışardan ithal edilecek “gerçek yaratışları” (örgütlenmeler, teknik, teknoloji) kültürü bozmamalıydı. Buna izin verilemezdi. Yoksa millet, yılların birikimi ile evrim yoluyla ortaya çıkan vicdanını maazallah yitirebilirdi.

Teknik yaratışları halk ile buluşturmak “öğretimin” (talim), mefkûrenin açtığı yolda toplumsal kişilik sahibi müdür sınıfını yetiştirmek ise “eğitimin” (terbiye) işiydi. İşte “milli eğitim”den anlaşılması gereken buydu. Öğretimin (talimin) amacı ilk ve temel bilgileri vermek olduğuna göre bu ilköğretimin işiydi. Esas olarak kültür aktarmakla, başka bir ifadeyle bireylerin milli harsa ilgilerini güçlendirmekle görevli olan okullaşma ise liseydi.

Gökalp’in yukarıda belirtmeye çalıştığımız pozitivist düşünceleri Türkiye’de Cumhuriyet ile birlikte Milli Eğitim faaliyetlerinde esas alınan temel düşüncenin de özetidir. 1950’li yıllara kadar Türk etnik kültürü temelinde ve İslamiyet’in Sünni yorumundan destek alınarak siyasi birliği sağlamada eğitimin araç olarak kullanılmaya çalışıldığına tanık olduk.

Okullarda 1950’lere kadar okutulan programlarda vurgu,”Türk ırkı”, “Türkün derin tarihi” üzerinedir. Bu dönemde Anadolu’daki bütün kadim halkların (etiler vb..) Türklerden geldiği, bütün dillerin Türkçeden doğduğu yorumları yapıldı. 1950’lerden itibaren ise Türklük bütün yerel etnik kültürlerin üzerinde bir üst kimlik olarak vaaz edilmeye başlandı. “Atatürk ilkeleri” ve “Atatürk Milliyetçiliği” kavramları bu süreçte etrafında bir araya gelinecek ortak paydalar olarak keşfedildi ve kullanılmaya başlandı. Bu anlamda 1950’lerden itibaren ideolojik boyutta bir yumuşamadan söz edilebilir.

Fakat ne yazık ki “Atatürk ilkeleri” ve “Atatürk Milliyetçiliği” kavramları müdür sınıfını bir arada tutacak, içinden çıkan elit’e biat etmeye alıştırılmış kaynaşmış bir toplum yaratacak kadar sihirli de değillerdi. Siyasi başarısızlığa, ekonomik başarısızlık da eklenince baskı altında tutulan İslamcılara gün doğdu.

 AKP iktidara geldiği 2002 yılından itibaren egemen ideolojik yapıya kendi referanslarından yola çıkarak müdahale etmeye başladı. 1973 yılında yürürlüğe giren Milli Eğitim temel kanununda değişikliğe gidilmese de 2005-2006 yıllarında okullarda kullanılmaya başlanan yeni programlardan “Atatürk Milliyetçiliği”, “Atatürk ilke ve İnkılapları” kavramları çıkarıldı. Yeni programlara ortak payda olarak iş görmek üzere “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” kavramı alındı.

Bunu kendi başına olumlu bir gelişme olarak kaydetmek gerekir. Anayasa hazırlıkları içinde AKP bu yaklaşımı sürdürüyor. “Türk vatandaşlığı” etnik vurgusunu kaldırıp, daha nötr bir ifade olan “Türkiye vatandaşlığı” kavramını getirmek istiyor.  Varlığını Türk etnik milliyetçiliği içinde bulmuş olan MHP’nin buna şiddetle karşı çıkması anlaşılır bir şeydir. Ancak ilericilik de burnundan kıl aldırmayan CHP, geçmişi ile malul olmaktan kendini kurtaramadığı için bir türlü “Türkiye vatandaşlığını” içine sindiremiyor.

Erdoğan da siyasi rakiplerinin kısır yaklaşımları arasında kamuoyunda “sorun çözen lider” imajını parlatma fırsatı buluyor. Dini çağrışımlarda bulunarak, siyasi birlik arayışında dini referansa yakın duran kendi kitlesini sürece dâhil ediyor, demokrasi havarisi kesilerek de CHP’li ulusalcıları minder dışına itiyor. Kendince başkanlık yarışında konumunu güçlendiriyor.

Bu noktada baştaki soruya geri dönüyoruz.

Etnik kültüre dayalı siyasi birlik arayışı ile başarılamayan dini referansa dayalı siyasi birlik arayışı ile başarılabilir mi? Milliyetçilik kötü de İslamcılık iyi mi? Toplumsal huzur arayışında İslamcılığın bir karşılığı olabilir mi? Yaşama biçimlerine müdahaleler, eğitimde uç veren ince İslami dayatmalar toplumun huzuru bakımından bir tehdit oluşturmayacak mı?

Yaşayıp göreceğiz?

Kaynaklar

Şerif Mardin Jön Türklerin Siyasi Fikirleri:1895-1908. İstanbul: İletişim Yayınları, 1994. s.305

Ali Türer, Türk Eğitim Tarihi, Detay yayınları,Ankara:2011 ss.231-240.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums