TÜRKİYE ÖĞRETMEN ÖRGÜTLENMESİNDE YÜZ YILIN KISA TARİHİ (1913- 2013)

  • 15.01.2013 00:00

 Bu topraklarda öğretmen olmak hep çileli bir iş olagelmiştir. Baskılar, sürgünler, işkencelerden en fazla payı öğretmenler almıştır. Öğretmenliğin meslek haline gelmesinde büyük katkıları olan Selim Sabit Efendi yazdığı tarih kitabında “hal” sözcüğü geçtiği için II. Abdülhamit döneminde işinden atıldı, açlık ve sefalet içinde öldü. Köye dönük eğitim ile ilgili özgün düşünceler ileri süren, Yatılı Bölge Okullarını ilk öneren Ethem Nejat Kurtuluş savaşına katılmak için ülkeye gelirken Karadeniz’de boğduruldu. 1932’de Hitlerden kaçan Alman Profesörlere üniversitelerimizin kapısını açarken, dünyaca tanınmış eğitimcimiz İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nu üniversiteden attık. Milliyetçi Cephe Hükümetleri ile gelen baskı ve terör en başta öğretmenleri vurdu. 12 Eylül sonrası işkencelerden geçirilenlerin başında hep öğretmenler vardı. 1402 ile işlerinden atılanlar çoğunlukla öğretmenlerdi.

Bu ülkeyi yönetenler öğretmenlerden hep çok şey beklediler.  Ama o oranda da öğretmenlere hep kuşkuyla yaklaştılar. Hep kontrol altında tutmaya çalıştılar onları. Teftiş kurumunu kurarken II. Abdülhamit’in amacı öğretmenleri kontrol altında tutmaktı. 12 Eylül sonrasında 24 Kasım’ın 16 Mart ( ilk öğretmen okulunun kuruluş günü) yerine öğretmenler günü ilan edilmesinin altında da, “öğretmen evleri” uygulamasının altında da 1980 öncesi “çıbanbaşı” olan öğretmenleri kontrol altında tutma düşüncesi vardı.

Öğretmenlerin ilk örgütlenme girişimleri bundan tam yüz yıl önce başlar.  Tüzüğü 1913 yılında hazırlanan Muallimler Cemiyetini kurmak o yıllarda geçekleşemez. 1918 yılında kurulan Muallimler Cemiyeti ilk öğretmen örgütüdür. 1920’de bir dernek olarak başlayıp 1921’de Türk Muallimler Birliği’ adını alan Cumhuriyet sonrası ilk öğretmen örgütünün kongresine M.Kemal Atatürk ile birlikte Amerikalı eğitimci John Dewey de katılır (1924).

1946’da cemiyetler kanununda yapılan değişikliğin ardından pek çok yerel öğretmen örgütü, köy öğretmen dernekleri ortaya çıkar. Bu derneklerin en aktif üyeleri tabii Köy Enstitülüler olacaktır.  Bu derneklerin içinden bir üst örgütlenme olarak1950’lerde Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (TÖDMF) kurulur. Örgüt çalışmalarında ağırlığı kamu görevlilerinin sendikalaşmasına verir. 1960’anayasasıyla gelen görece demokratik ortamda bu çabalarının sonucu alınacaktır. 1965 yılında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) kurulur. TÖDMF bütün malvarlığı ile birlikte TÖS’e katılır. 1965-1968 arasında öğretmen örgütlenmesi alanında faaliyet gösteren 100 dolayında kuruluş vardır.

TÖS’ün Genel Başkanlarından biri, Köy Enstitülerinden yetişen ünlü edebiyatçı Fakir Baykurt’tur. Sendikal mevzuattaki çarpıklığın bir sonucu olarak TÖS bir iş kolu ya da hizmet alanı sendikası olma özelliğini gösteremez. Eğitim alanında bütün çalışanlar, memurlar, üniversite personeli, hatta emekliler bile TÖS’e üye olabilmektedir. 1970’lere doğru TÖS’ün 70 bin üyesi olacaktır.

TÖS,Türkiye Öğretmen örgütlenmesinde derin izler bırakır. 1969 yılında 40.000 öğretmenin katıldığı büyük öğretmen yürüyüşü hala hatırlardadır. Süleyman Demirel ünlü “Sokaklar yürümekle aşınmaz” lafını bu yürüyüşün ardından söylemiştir. Dönem sertleşme dönemidir. Amerikan yardımları ile alınan süt tozları ile çocuklar zehirlenmektedir. TÖS buna şiddetle karşı çıkar. Öğretmenlere yönelik baskı ve kıyımlar artmıştır. Öğretmen kongreleri, öğretmen lokalleri basılmaktadır. Görevini bırakıp, yurt dışına işçi olarak giden öğretmenlerin sayısı on bini aşmıştır. Bu koşullarda TÖS 15 Aralık 1969’da üç günlük boykota gider. Boykota 109.000 öğretmen katılır. Bu sayı o zamanki öğretmen sayısının yarısına yakındır. Boykota katılan öğretmenlerin yarısı boykot sonrasında maaş kesimi cezası alacaktır.

12 Mart 1971 darbesi TÖS’ün üzerine balyoz gibi iner. Darbenin başı Tağmaç’a göre “Toplumsal ilerleme ekonomik gelişmenin önüne geçmiştir.” Bu tehlikeli durum, düzeltilmelidir. TÖS Yöneticileri ile birlikte 3500 öğretmen evlerinden toplanır. Bazıları boyunlarına sosyoloji ders kitabı gibi “suç aletleri” asılarak “emniyet” çatısı altına alınırlar. İşkencelerden, insanlık dışı muamelelerden geçerler. 185 yöneticisi hakkında davalar açılır. Askeri Savcı baki Tuğ’a göre TÖS “Marksist Leninist gizli bir teşkilattır”. Hâlbuki TÖS yöneticilerinin birçoğu 12 Mart darbesini, orduya duydukları güvenden dolayı ilk başta alkışlamışlardır. Yargılanan TÖS yöneticileri 1974’de çıkarılan affı kabul etmezler. Onurlu insanlardır. Sonuçta dava 1976’da bütün sanıkların aklanmaları ile sonuçlanır.

TÖS’ün bıraktığı yerden bayrağı Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) alacaktır (1971). Haydar Orhan, Ali Bozkurt, Gültekin Gazioğlu derneğin sırayla başkanlığını yapan isimlerdir. Siyasallaşma hızlanmıştır. Dönem dernekçilik dönemidir. Siyasal meşrebine göre her siyasi yapı öğretmen, kadın, genç, işçi dernekleri kurarlar. TÖB-DER TÖS’e göre daha politik bir örgütlenmedir. 1974-75’ler’den sonra kurulan Milliyetçi Cephe Hükümetleri ile birlikte ülkede şiddet, terör, sokak eylemleri artmıştır. Sadece 1975 yılında 200 TÖB-DER üyesi saldırıya uğramış, 20’si komalık duruma gelmiştir. 5000 öğretmen sürülmüş, 50 TÖB-DER üyesi işten atılmıştır.1976-78 arasında üyelerinden 144’ü saldırıya uğramış, bunlardan 37’si öldürülmüştür. Öldürülenler arasında TÖB-DER’in bir süre genel başkanlığını yapan Talip Öztürk de vardır. TÖB-DER üyelerine karşı yapılan saldırıları göğüslemeye, yaraları sarmaya çalışır. Üyeleri için güvenli bir liman, tutulacak bir dal, bir umut haline gelir. Aynı zamanda soldaki grupların kıyasıya birbirleri ile mücadele ettikleri bir örgüt haline gelmiştir. Bütün bu olumsuz koşullara rağmen TÖB-DER 1980’li yıllarda 200.000 civarında üyesi ile öğretmenleri temsil eden en kapsamlı örgütlenmedir.

12 Eylül 1980’darbesinden TÖB-DER ve üyeleri nasiplerini fazlasıyla alırlar. Kapağı yurt dışına atabilen az sayıdaki şanslı yöneticinin dışında kalan aktif üyeler, yöneticiler evlerinden alınacak işkencelerden geçirilecektir. Darbenin arkasından çıkarılan 1402 sayılı yasa uyarınca,”sakıncalı” görülen öğretmenlerin, öğretim üyelerinin kurumlarıyla ilişkileri kesilecektir. Başka bir iş ellerinden gelmez. İşsizlik, sefalet onları beklemektedir. Literatüre “1402’liler” kavramı girer. TÖB-DER yöneticilerinden 50’si 1-8 yıl arasında hapis cezası ile cezalandırılırlar. Fakat genel başkan Gültekin Gazioğlu berat edecektir.

12 Eylülle gelen olumsuz koşullarda “Öğretmen Dünyası”, “Bilim ve Sanat”, “ABC” gibi dergiler öğretmenlerin örgütlenme çalışmalarını etrafında sürdürdükleri yapılar haline geldiler. Öğretmenlerin moral dayanakları oldular. Dergiler çevresinde toplananlar öğretmenler örgütlenmelerini şirket çatısı altında sürdürmeye karar verirler.1987’de Eğitim-İş şirketi kurulur. Bu şirketin çıkardığı “ABC” dergisi, yeni koşullarda örgütlenmenin ilk adımıdır. “ABC” aboneleri bir süre sonra kurulacak EĞİT-DER’in ilk üyeleri olacaklardır. EĞİT-DER’in başkanlığını önce Ali Bozkurt daha sonra Mustafa Gazalcı yapacaklardır.

1965’de çıkarılan 657 sayılı Devlet memurları kanunu kamu emekçilerine sendika kurma hakkını yasaklamamakta fakat “toplu eylem” ve “grev yasağı” getirmektedir. 1982 anayasasında ise komu görevlilerinin sendikalaşması konusunda bir hüküm bulunmaz, fakat yasaklama da yoktur. 1983 yılında çıkarılan sendikalar kanunu ise kamu görevlilerini kapsam dışı bırakmaktadır. Diğer yandan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (M 11/1) tüm çalışanlara sendika ve toplu pazarlık hükümleri içermektedir. Türkiye’de bu belgeleri onaylamıştır. Yani orta yerde yasal bir boşluk bulunmaktadır.

Bu boşluktan 1990’da Eğitim-İş doğar. Eğitim-İş yasada açıkça yeri olmadığı halde “serbestlik” ilkesine dayanılarak, çalışanlarca fiilen kullanılan bir “hak” olarak ortaya çıkmıştır. Bu örgütü kuranlar İnsiyatif almışlar, risk almışlardır. Bu açıdan öğretmen örgütlenmesi tarihinde Eğitim-İş bir ilktir. Ortaya çıkar çıkmaz da bir hukuk tartışması başlar. Yargıya taşınan tartışmada sonuç Eğitim-İş’in lehine çıkar. Danıştay, Kamu görevlilerinin sendika kurabilmeleri için Anayasa değişikliğine gerek olmadığı yolunda karar verir. Toplusözleşme yapma yetkisi olmasa da sendika kurma hakkı fiilen elde edilmiş olur.

Bu nedenle kamu emekçileri, bugün faaliyette bulunan öğretmen sendikaları, sendikal haklara kavuşmada dönemin Eğitim-İş yöneticilerine çok şey borçludurlar. Eğitim-İş’in başkanlığını, bu çalışmayı yaparken yararlandığım “Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesi” konusunda en kapsamlı çalışmayı yapan Niyazi Altunya’dır.  Bütün olumsuz koşullara rağmen öğretmen örgütlenmesine liderlik yapan bu yöneticileri saygıyla anmak boynumuzun borcudur.

TÖB-DER deneyiminin son döneminde, sol grupların pek çoğu “küçük dağları ben yarattım.” Havasında olmuşlardır. Durumun hiç de öyle olmadığı, toplumla bağların ne kadar zayıf olduğu 12 Eylül darbesi sonrasında açıkça ortaya çıktı. Pek çok radikal solcu ya sinmek, ya ülkeyi terk etmek, ya da demokrat liberal şemsiyenin altına sığınmak zorunda kaldılar.  Bu psikolojik travmayı atlatmak kolay olmadı. Bence hala da atlatılmış değil.

Bu nedenle Eğitim-İş’in sendikal demokratik zeminde kalmak yönündeki iradesi, onlar açısından kabul edilebilir gibi değildi. En kısa zamanda kendilerini göstermek durumundaydılar. Belirli bir kitle üzerinde nüfus kullanmanın 1970’li yıllarda verdiği o keyfi yeniden elde etmenin özlemi içindelerdi. Eğitim-iş içinde hemen bir araya gelindi ve Eğitim İş’ten ayrılıp Eğit-Sen Kuruldu (1990).

Eğit-Sen kurulur kurulmaz eğitim emekçilerinin birleşik sendikasını yaratmak için Eğitim-İş’e öneri götürdü. Sen, ben bizim oğlan arasında siyaset yapmanın, birbirini ajite etmenin anlamı yoktu. Kontrolün elde tutulacağı bir birleşme sürecinde kendilerinin daha aktif olabileceklerini biliyorlardı. Bu işlerde hep daha aklı selim olan, suhuletle hareket eden, daha kucaklayıcı olan değil risk alan, agresif olan, ayak oyunlarını bilen kazanmıştır; bunu biliyorlardı. Benzer bir taktiği birkaç yıl sonra Deniz Baykal’ın CHP’ si Murat Kara Yalçın’lı SHP’ye karşı kullanacak ve “başarılı” olacaktı. İttihat ve Terakki’den devralınan kültür buydu, siyasetin dili buydu.

Eğitsen ile Eğitim-İş birleşti Eğitim-Sen kuruldu (1995). Fakat hayatın da bir gerçeği vardı. Davana, ideolojine, amacına (her neyse) ne kadar bağlı olursan ol; eğer kullandığın yöntem “meşru” değilse; yani demokratik değilse, kitlenin gerçek ihtiyaçları doğrultusunda değilse amacına ulaşman da mümkün olmuyor. Kullandığın yöntemler sonunda gelip seni vuruyor. Bu Eğitim-Sen’de de böyle oldu, CHP’de de.

Demokratik kitle örgütlerinde, o örgütsel yapının içinde yer almasını beklediğin insanların -hangi siyasi düşüncede olurlarsa olsunlar- gerçek ihtiyaçları ve beklentileri, alanın gerektirdikleridir esas olan. Asıl amacın bu yapıya uygun değilse, bu yapıyı psikolojik durumunla belirlenen örtük amaçlarını gerçekleştirebilmek için bir zemin olarak kullanıyorsan; sonuçta yalnızca o yapıya zarar vermiş olmazsın, fakat aynı zamanda kendi dar amaçlarını da gerçekleştiremezsin. Eğitim-Sen, ve onu oluşturan siyasi yapılanmaların yaşadıkları bu ilkenin yaşamın içinde geçerli olduğunun en somut kanıtıdır.

Eğitim Sen bundan otuz beş yıl önce iki yüz bine varan üyesi ile öğretmenlerin önemli bölümünü temsil eden TÖB-DER’in mirasını devraldı. Bütün olumsuzluklarına, örgüt içi hastalıklara rağmen bu miras öğretmenlerin ortak mirasına; Türkiye’deki bütün öğretmenlerin altında örgütlenebileceği ortak bir çatıya dönüşebilirdi. Fakat öyle olmadı. Eğitim-Sen bazı sol siyasal grupları bir arada tutan koorperatif bir yapı olarak varlığını sürdürmeyi seçti.

Öğretmen örgütlerinin amacı öğretmenlerin gerçek anlamda çalışma koşullarını iyileştirmek, kamu çalışanlarının sendikal kazanımlarını ilerletmek olmalıdır. Eğitim ile ilgili programların geliştirilmesinde insiyatif almak, öğretmenlik mesleğine sahip çıkmak, mesleğin statüsünü, toplumdaki saygınlığını yükseltmek olmalıdır. Öğrenme arayışında olanların eğitimsel haklarına sahip çıkmak olmalıdır. Eğitimi, eğitim örgütünü demokratikleştirmek olmalıdır. Öğretmenlere bir birleri ile kaynaşacakları, dayanışacakları bir ortam sunmak olmalıdır. Öğretmenlerin mesleki sorunlarına çözüm getirmek olmalıdır. Öğretmenlerin bölük pürçüklüğüne son vermek, öğretmenlerin birleşik örgütlenmesi için çalışmak olmalıdır. Bu koşulları sağlamak için milli eğitim teşkilatını, diğer öğretmen örgütlerini masaya çağırmak, öneriler götürmek, bu konularda bilimsel çalışmalar yapmak, projeler hazırlamak, ortaya çıkan görüşleri kamuoyuna mal etmek olmalıdır.

Eğitim-Sen bugünlerde üçüncü Demokratik Eğitim Kurultayına Hazırlanıyor. Umalım ki bu seferki kurultay gerçekten demokratik olur. Geçmişte olduğu gibi bu kurultay da her siyasi grubun kendi özel “muhtıra”sını ortaya koyacağı, siyaseten uzlaşılan belgeler peşinde koşulan bir platform olmaz. Her siyasi organizasyonun kendi muhtırasını hazırlayacağı toplantılar yerine mevcut eğitim örgütlerinin belirli konu (sorun) alanlarında görüş alış verişi yapacakları, birbirlerini anlamaya çalışacakları toplantılara ihtiyaç var.

Ne Eğitim Sen, ne ondan ayrılıp kurulan Eğitim-İş ne da ona alternatif olarak kurulan eğitimi değil siyaseti kendilerine kalkış noktası haline getiren diğer sendikalar tek başlarına öğretmenlerin ihtiyacı olan örgüt iklimini Türkiye ölçeğinde oluşturacak güçte değiller. Bu kafayla gidildi sürece de gelecekte de muhtemelen olamayacaklar.

Ulusal düzeyde örgütlenmiş 28 sendika olduğunu biliyor muydunuz? Ben de bu yazı için hazırlanırken öğrendim. Türk Eğitim Senin 205.000 Eğitim Bir Sen’in 205.000 Eğitim Sen’in 125.000, Eğitim-İş’in ise 30.000 üyesi var. Toplam ne ediyor. 565.000 değil mi? Peki Türkiye de ne kadar öğretmen var: 662.000’i MEB’e bağlı 991.000. Peki en fazla %18 bilemediniz %20’lik temsil oranları ile bütün bir öğretmen kitlesini temsil ettiğinizi söyleyebilir misiniz?  O rahatlıkla işvereni masaya çağırıp, karşısına oturabilir misiniz? Sendikal hakları güvence altında tutabilir, geliştirebilir misiniz?

Yapamazsınız yapabileceğiniz tek şey, (Niyazi Altunya hocamdan ödünç alarak kullanıyorum) “muhtıracılık” yapmak olur. İşvereni masaya çağırmak yerine bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da muhtıralar yayınlamakla yetinirsiniz.

Köy Enstitülerinin kurucusu İ Hakkı Tonguç 1947 yılında şöyle diyordu:

“Öğretmenlerin topluluk içinde dinamik rol sahibi olmalarını hoş görmeyenler, evvela muallim cemiyetlerini lağvettirmek suretiyle onların teşkilatlanmalarını önlediler. Sonra yer yer bazı öğretmenlerin şüpheli insanlar gibi gizli takip edildikleri söylenmeye başladı. Bunu hisseden ve anlayan öğretmenler, pedagojik mahiyette bile olsa her türlü yenilik hareketlerinden el etek çekerek meydanı, günlük ve şahsi menfaate müstenit politika gütme hevesinde olanlara terk ettiler.”

İlahi Tonguç Baba, atmış beş yıl sonra sanki durum farklı mı?

 

KAYNAK:

Niyazi Altunya. Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesi, Ankara, Ürün Yayınları, 2008.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums