- 29.10.2016 00:00
Sayın Bahçeli, Başkanlık sistemi tartışmalarında kendisinin açıklamalarının oraya buraya çekilmesinden çok rahatsız olduğunu şu cümleleriyle ifade etti:
“Heceleyeyim dedim anlamadılar, kara tahtayı işaret ettim oralı olmadılar. Daha ne söyleyeyim, nasıl izah getireyim? Bunlar hangi dilden haberleşip konuşuyorlarsa bize bildirsinler ki ona göre davranalım. İsterlerse Mors Alfabesi, isterlerse dumanla iletişim kuralım, yazıktır hiç olmazsa kendilerini ikna edelim.”
İletişimde kendimizden daha çok muhatabımıza odaklanamadığımız için 'kendimizce' anlıyoruz ve niyetlerimizin rüzgarında yelken açıp, kaynağından uzaklaşan yorumlarda bulunma konusunda da engel tanımıyoruz. Sayın Bahçeli'yi şu cümleleriyle dinlemeye çalışalım:
“Bizim ağzımızdan evet yada hayır'a ilişkin bir ifade çıkmamışken referandumu yapıp sonucu ilan edenler bilsin ki, kaos elçileri kriz çığırtkanları darbe şakşakçılarıdır. Önemle ifade ediyor kalın olarak çiziyorum, MHP'nin TBMM'de tercihi ne olursa milletin karşısında da tıpatıp aynısı olacaktır. Meclis'te evet dersek, milletin huzurunda da evet deriz.”
Defaatle tekrarladığımız gibi müphemiyet her türlü iletişimin düşmanıdır. Niyet okumanın müsebbibi de müphemiyettir. CHP, bu müphemiyet durumundan yararlanmak istemekte, konuyu sadece Sayın Cumhurbaşkanı'nın bireysel tercihiymiş gibi ele almakta, bu nedenle de bir kez daha milletten kaçar duruma düşmektedir. Her ne kadar Sayın Kılıçdaroğlu, “CHP, vatandaşa Başkanlık sistemini anlatırken Algı Yönetimi'ne başvuracak, herkesle konuşacağız” diyorsa da şu sıralar araştırmalara göre yüzde 60'ın üzerinde seçmen desteğini arkasına almış olduğu tahmin edilen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı bireysel olarak karşısına alarak bir başka siyasi intihar girişiminde daha bulunuyor.
Öte yandan düşünülen Başkanlık sisteminde müphemiyeti ortadan kaldırmak üzere Türkiye'nin geleceği açısından, uzun vadeli perspektiflerle bakıldığında, tüm sorulara yanıt verebilecek bir açıklıkla, daha basit ve kolay anlaşılmaya yardımcı olacak bir yöntem olmalı diye düşünüyorum.
Örneğin, Parlamenter sistemin Başkanlık sistemine ve tersinden bakılarak Başkanlık sisteminin Parlamenter sisteme olan üstünlüklerinin kağıt üzerine dökülmesi yola çıkış için pekala bir başlangıç olabilir. Sonrasında 3 kolonlu bir tablo düşünebiliriz. Buna infografik de denilebilir:
Bir: Mevcut durum
İki: Başkanlık sistemi
Üç: Aradaki farklar.
Bu 3 kolonun soluna 1) Yasama, 2) Yürütme ve 3) Yargı, başlıklı satırları eklediğimizi düşünelim. Ve oluşan tablodaki boş kutuların içini dolduralım.
'Check & Balance' (Kontrol & Denge) kontrol prensiplerine dayalı bir Başkanlık sistemi yolunda öncelikle bilinmeyenler ortaya dökülsün ve takım tutar gibi 'dediğim dedik'çi, toptancı tutumlar bu tablonun konuştuğu dil karşısında açığa çıkıp, gündemden düşmüş sayılsınlar. Bu nedenle, her gün tanık olduğumuz genel ve soyut tartışmalar karmaşasında kendisini açık seçik ifade etmekte zorlanan Devlet Bahçeli çok haklıdır. Çünkü henüz sözünü ettiğimiz bu tablo ortaya çıkmış değil. Statükodan beslenen ve zamanı 'avara kasnak' gibi boş yere döndüren ortalıktaki tartışma üslubunun sahipleri, ne yazık ki, 'Neyin olmaması gerektiğini' bile doğru dürüst ifade edemeyip müphemiyetin değirmenine su taşımaya devam ediyorlar.
Eğer Türkiye Cumhuriyeti'nin kilit noktalarının bir anlamda şifresi sayılabilecek mevcut Anayasa'sının, yıllandıkça, tozlandıkça günümüz koşullarına uyum sağlayamadığına defalarca ve acı çekerek tanık oluyorsak, bu spazmın bir an önce çözülmesinin ve kendisini dayatan Başkanlık sisteminin neleri kapsadığının ve neleri dışladığının da açık seçik gözler önüne serilmesi gerekiyor.
'Naylon medeniyeti'
Fransa Dışişleri Bakanı'nın kendi ülkesinin OHAL'iyle bizimkini kıyasladığı ve vazgeçmedikleri 'yukardan bakan' üslubuyla o talihsiz açıklamasını konu ettiğimiz Perşembe günkü yazımız henüz tazeliğini korurken aynı gün, yine bizim gazetede 'Naylon medeniyeti' başlığıyla yayınlanan haberde Fransa'nın ayıbı gözler önüne seriliyordu.
Bir yanda Jungle mülteci kampındaki tahliye nedeniyle başlatılan direnişlerde yakılan ilkel barınakların ve diğer yanda da otobüslerin naylonla kaplanmış koltuklarının fotoğrafı... Devlet tarafından tahsis edilen yüzlerce otobüs koltuklarının, kampta salgın bir hastalık belirtisi ortada yokken, 'hijyen' gerekçesiyle poşetlenmesi sosyal medyada tepkilere neden olmuş. Mültecilerden iğrendikleri kesin. Onlar da tahliyeye karşı çıktıkları için çadırları ateşe veriyorlar. Yangın sabaha kadar sürmüş.
Bakanlarının kasıla kasıla ifade buyurdukları, “Fransa'daki OHAL'lerde yargının hâlâ bağımsızlığı söz konusudur” diye yere göğe koyamadıkları üstün hukuklarının acaba, eziyet gören, horlanan mültecilere bir faydası var mıdır?
Gelsinler de Şanlıurfa'daki Çadırkent'te, Akçakale Süleymanşah Konaklama Tesisleri'nde mülteciler nasıl ağırlanırmış görsünler.
Türkiye'nin, yeryüzünün en büyük dramlarından biri olan mülteci sorununa, mevcut koşullar altında en iyi çözümleri bulup sunan dünyadaki tek ülke olduğunu bilmeyen var mı? Bu gerçeği en iyi susanlar biliyor.
Evet, bir insanlık dramına Türkiye'nin nasıl insanca yaklaştığını, gerçekçi projeler ürettiğini milletimiz biliyor. Keşke bunu dünyaya da gerektiği gibi anlatabilsek…
Yorum Yap