Almanya'dan kalkıp gelmişler… 15 Temmuz sonrası durumu görmek istemişler. Meclis'te incelemelerde bulunmuşlar. İncirlik Üssü'nü ziyaret etmişler. Sonra da güya kendilerini eleştirmişler.
Almanya Parlamentosu Savunma Komisyonu üyelerinden söz ediyoruz. Önceki gün Ankara Büyükelçiliği'nde düzenledikleri basın toplantısındaAlmanya Parlamentosu Savunma Komisyonu Başkan Yardımcısı Karl Lamers, Türk halkı ve Türk devletinin darbe girişimi sonrasında kendilerinden “daha açık ve belirgin destek mesajları”beklediğini ve -Türk tarafını kastederek- bu beklenti nedeniyle bir hayal kırıklığı yaşandığını saptadıklarını söylemiş.
Oysa darbe girişiminden sonra Şansölye Merkel ve Dışişleri Bakanları Türk devleti ve halkıyla dayanışma içinde olduklarını göstermişler, darbeyi de kınamışlar. Böyle demiş… Tam bir “Hay Allah, nasıl oldu da biz tam olarak sizi anlayamadık” tavrı…
Lamers aynı zamanda Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) Grubu Üyesi ve Komisyon Başkan Yardımcısıymış… Arkadaşlarıyla birlikte, TBMM Milli Savunma Komisyonu üyeleri ile iki saat süren görüşmelerinden memnun kalmışlar. Federal Parlamento Savunma Komisyonu, TBMM Savunma Komisyonu üyelerini Almanya'ya davet etmiş.
Alman heyeti Meclis binasının bombalanmasının ne kadar derin izler bıraktığına tanık olduklarını da ifade etmiş. Yeşiller Partisi Milletvekili ve komisyon üyesi Agnieszka Brugger demiş ki:
“TBMM'nin hasar gören kısımlarını bize gösterdiklerinde insan hakları, basın özgürlüğü ve demokrasinin ne kadar büyük önem taşıdığını tekrar anladım.”
Anadolu Ajansı muhabiri Zuhal Demirci'nin şu final cümlesi bu haberin özeti değil de nedir?
“Alman Meclisi'nin Haziran ayında kabul ettiği 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarına ilişkin tasarı, Türkiye ile Almanya arasında gerginliğe yol açmış, Türkiye Berlin'deki büyükelçisini istişareler için geri çağırmış, Alman milletvekillerinin İncirlik'teki Alman askerlerini ziyaret taleplerine de olumlu karşılık verilmemişti…”
Bu arada burada sıklıkla adından söz ettiğimiz Alman meslektaşımızChristian Langer'in ricası üzerine Hamburg'lu bir iş adamı Udo Dewies'i Salı günü konuk ettik. Türkiye'de otomotiv alanında fuarlar konusunu ve yanı sıra bir Alman üniversitesiyle Türkiye'deki bazı üniversitelerin arasındaki işbirliği olanaklarını araştırmaya gelmiş…
Şaşkın bir haldeydi. “Üç gündür Türkiye'deyim. Alman basının yazdıkları ile burada karşılaştıklarımız arasında dağlar kadar fark var. Bu kadar yalan ve kasıtlı çarpıtılmış bilgi nasıl verilebilir?..”
Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz. Nereden, kimler tarafından etkilendirildikleri, bilgilendirildikleri son derece açık ve net olan Alman medyasının hedef kitlesi, belli ki buraya gelip gerçekleri kaynağında gördüğünde medyanın da ve onu etkileyenlerin de foyası meydana çıkıyor. O kitle aynı zamanda Alman siyasetçilere de yön veren seçmen kesimini oluşturuyor.
Ancak tüm Alman seçmenlerini Türkiye'ye davet edemeyeceğimize göre… Bizim Almanları ve etkileyicilerini kendi memleketlerinde doğru bilgilendirmek ve etkilemek için modeller gerçekleştirmeliyiz.
Peki bu iş kimin sorumluluğundadır?... İşte size 10 puanlık genel kültür sorusu. Bu sorunun yanıtı onlarca kez bu sütunlarda verilmiştir. O nedenle, bilindiği üzere, arife tarif gerekmez deyip bir kez daha yazmıyoruz….
Klavyede harfler silinir, marka silinmez
Geçtiğimiz hafta Perşembe günkü “Microsoft, İstanbul Bilişim'in elinde ne hale gelmiş?” başlıklı yazımızda başımızdan geçen birMicrosoft macerasını aktarmıştık. 'Müşteri hizmetleri nasıl yönetilemez?' konusunda ufak bir ders olarak kayıtlara geçmesi arzusuyla aktardığımız macera, 25 Aralık 2015 tarihinde İstanbul Bilişim'den neredeyse ikinci el bir oto fiyatına satın aldığımızMicrosoft Surface Pro4 dizüstü bilgisayarımızın klavyesiyle ilgiliydi.
Klavyenin Türkçe karakterleri zaman içinde silinmeye başlamıştı. 'Zaman içinde' derken yıllardan söz etmiyorduk. 9 ayda İ ve Ş harfleri yok olmuştu. Ayrıca bazı işaret ve rakamların da yerleri yanlıştı. İstanbul Bilişim oralı olmadı. İlgililerin adlarını bile vermek istemediler.Microsoft'la görüşmelerimizin sonucunda ise bir arpa boyu yol gidemedik.
Microsoft Müşteri Hizmetleri yetkilisi, ürünün sanki kendi markalarıyla alakası yokmuş gibi “Biz satmıyoruz o ürünleri; sorumluluğu bizde değil” deyivermişti. Biz de bu köşede Microsoft yetkililerine şu aklı vermiştik:
“Gazeteye bir küçük ilan verip diyebilirsiniz ki: Bizim İstanbul Bilişim'le ya da xyz firmasıyla bir alâkamız yoktur. Ürünlerimize verdiği hizmet konusunda herhangi bir sorumluluk almayız.”
Bakın, işte o zaman bu firmalar nasıl muma dönüp adam gibi müşteri hizmeti verirler, dedik. Microsoft'un yasal değil ama ahlakî denetim yapabileceğini yazdık.
Microsoft bu işle ne kadar ilgilenir ne kadar ilgilenmez bilemediğimiz için konuyu kafamızda bir süreliğine dondurmuştuk. Yazının yayınlanmasından iki gün sonra Gümrük ve Ticaret Bakanı Sayın Bülent Tüfenkçi aramaz mı? Bizim klavye maceramızda başımızdan geçen ve aslında küçükmüş gibi görünen bu önemli sorunla bizzat Bakan Bey ilgilenivermişti. Marka meselesine en üst düzeyde sahip çıkıldığını görmek ve bu konuya özel olarak müfettişlerin görevlendirildiğini öğrenmek hem şaşırttı hem de sevindirdi beni.
Devletin reaksiyon vermesi, hele de bu kadar hızlı tepki koyması, tüketici haklarının korunması ve piyasa düzenleyicisinin olaya hakimiyeti açısından her türlü takdiri hak etmektedir.
Yorum Yap