- 6.05.2011 00:00
12 Haziran 2011 seçimleri yaklaştıkça, cenazeler de artmaya başladı. Kanla beslenen vampirlerin, bu seçimi sabote etmek için ellerinden geleni yapacakları gözüküyor.
12 Eylül 2010 referandumu ile vesayet rejimi büyük yara aldı, yepyeni bir Sivil Anayasa’nın yapılmasının yolu açıldı. 12 Haziran 2011 seçimleri, referandumdan da büyük bir önem taşıyor. Türkiye, vesayet rejimine artık son verme şansını yakaladı. Yaklaşık otuz yıldır süren ve yaklaşık kırkbin canımıza mal olan kirli savaşın sona ermesi, Kürt Sorununun sivil yöntemlerle, müzakerelerle çözüm yoluna girmesi mümkün hale geldi. Seçimlerden sonra yepyeni bir anayasanın yapılması konusunda, toplumda geniş bir mutabakat oluştu. Yeni anayasa tartışmaları, toplumun demokrasi bilincini ve isteğini daha da geliştiriyor. Toplumun geniş kesimleri, yeni anayasada “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükümler, anadil yasakları istemiyor. Toplumun bütün bileşenlerinin kendini bulduğu bir demokratik rejim istiyor. 19 Mart 2011’de Düzce’deki Yeni Anayasa forumunda, halkımızın demokrasi özleminin tezahürünü gördük. Farklı görüşlerden ve toplumun çeşitli kesimlerinden çok sayıda Düzceli, anayasaya ilişkin görüşlerini, beklentilerini, taleplerini paylaştı. Bütün konuşmalar ve yazılı görüşler kayıt altına alındı. Karşıt pozisyonlar ifade eden insanlar birbirlerini saygıyla dinlediler, beğenmedikleri görüşleri bile alkışladılar. İstanbul Taksim’deki
1 Mayıs 2011 kutlamasında da daha büyük ölçekte, böyle bir tabloyu gördük.
Bir yandan süreç iyiye doğru gelişiyor, birçok ülkeyle aramızdaki devlet sınırları açılıyor, vizeler kaldırılıyor, 12 Eylül dönemi sorumlularından yargı önünde hesap sorma süreci ilerliyor, faili meçhul cinayetler yargı önüne taşınarak aydınlatılmaya çalışılıyor, Kenan Evren’e karşı iddianame düzenlediği için mesleğinden edilen savcıya hakları iade ediliyor, Şemdinli bombacısı “iyi çocukları” yargı önüne taşıdığı için mesleğinden edilen savcı görevine dönüyor, Başbakan “Kürt yurttaşlarımız istiyorsa, devlet organları Öcalan ile niye görüşmesin” diyor, PKK eylemsizlik süreci seçim sonrasına kadar uzatılıyor, daha birçok olumlu gelişme oluyor.
Ama öte yandan YSK kararlarıyla ortalık kızıştırılıyor, tahrip edilen ve yakılan binalar, öldürülen ve yaralanan insanlar oluyor. Seçimlere neredeyse bir ay kalmışken askeri operasyonlar hızlandırılıyor, Kürt evlerine ateş düşürülüyor. Mülki idareyle mutabakat halinde kurulan Demokratik Çözüm Çadırları, polis zoruyla yıkılıp yakılıyor. 10 Nisan 2010 Polis Günü’nde Sivas’taki resmi törende Özel Harekâtçıların “Kim bunlar? Bozkurtlar!” sloganıyla yürüdüğü basına yansıyor. “Murat Karayılan Fırat Haber Ajansı’na verdiği son mülakatta PKK adına eylemsizlik sürecinin devam ettiğini ancak PKK unsurlarını operasyon nedeniyle tutmakta zorlandıklarını da ifade ediyor.” Emre Uslu, 27 Nisan 2011 günü Taraf Gazetesi’ndeki yazısında “güvenlik bürokrasisi”ni kaynak göstererek, “kontrolsüz PKK grupları”nın genel olarak Karadeniz Bölgesi’nde, özel olarak Kastamonu kırsalında polisi hedef alan eylemler yapacakları konusunda uyarıyor, üzerinden on gün geçmeden Kastamonu kırsalında Başbakan konvoyuna yapılan saldırı, bir polis memuru canına mal oluyor, bir eve daha ateş düşüyor. Milliyetçilik üzerine oyun kurularak ve “Sivil savaş” kışkırtılarak seçimlerin, Sivil Anayasa’nın, değişimin önü kesilmek isteniyor.
AK Parti ve BDP’nin de, CHP ve MHP’nin de bu günlerdeki sorumluluğu büyüktür. 1982 Anayasası’nın tamamı çöpe atılmadan demokrasinin gelmesinden de, insan hak ve özgürlüklerinden de, Kürt sorununun çözümünden bahsetmemiz mümkün değildir.
Çözüm isteyenler için doğru yol, derin devletle, derin devletin çeşitli unsurlarıyla uzlaşmaktan değil, 12 Haziran 2011’de halkla el ele vererek Ergenekonculuğu ve vesayetçi rejimi, bir daha geri gelmemek üzere seçim sandığına gömmekten geçiyor.
Öcalan’ın da benzeri değerlendirmesini, 6 Mayıs 2011’de Fırat Haber Ajansı’nda yayımlanan açıklamasında görüyoruz:
“Biraz demokratik siyaset anlaşılsaydı, halkın içinde, örgütlerde çalışılırdı, yanlış durumlarla karşılaşılmazdı. Vekil olarak onore edilmek istenenlerin de yapması gereken buydu. Yoksa atama usulüyle vekil olunmaz. (...) Yüzde yirmi-otuzluk bir oyla-potansiyelle bugün iktidarın büyük kanadı olunabilirdi. Böyle bir demokratik bloklaşmanın baraj sorunu olmazdı, baraj da aşılırdı. Bu da sadece baraj, seçim değil, Türkiye'nin barışına katkı sunacaktı.”
Yorum Yap