- 17.06.2016 00:00
Maddî servet, tahakküm, ulusal çıkar, sömürü, yağma ve talan için savaşıp zafer kazananlar, maddî olarak üstün gelebilir. Ancak bir savaşı meşru ve haklı kılan sebepler temel alındığında bu üstünlüğün Allah katında ve ahlakî bakımdan herhangi bir kıymeti yoktur.
Kur’an-ı Kerim “(Gerçekten) imân etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” buyurur. (3/Al-i İmran, 139.) Üstünlüğün imana verilmiş olması, imanın dönüştürücü bir güce ve yüksek değere sahip olması dolayısıyladır. İster birey, ister cemaat veya ümmet seviyesinde olsun, karşılaşılan sıkıntılar hayatın gerçeklerindendir. Hatta bir açıdan bakıldığında mihnet ve sıkıntılar, yenilgiler ve acılar ruhsal kişiliği olgunlaştırır, ihlas ve sabır derecesine göre günahların kefareti olur. İstikameti doğru ise, ne yenilgiye uğrayan yolundan kuşkuya düşmeli, ne yanlış yolda ise zafer kazanan yüceltilmeli. Müslüman olmak mücerret olarak sürekli zafer ve nusretin teminatı değildir. İmanda ihlas ve sebepler dünyasında gerekli tedbir ve techizatın şartlarına riayet gerekir. Tabiatın ve beşeriyetin tabi olduğu ilahi yasalara bağlı kimseler olarak Müslümanların yenilgiye uğramalarının çeşitli maddi ve maddi olmayan sebepleri vardır. Bunlar araştırılmalı, gerekli tedbirler alınmalı. Asıl sahip çıkılacak değer imandır. Başka bir ifadeyle eğer Müslümanlar imanlarına sahip çıkabiliyorlarsa, eninde sonunda galip gelecek, üstünlüğü ele geçireceklerdir. Şu husus izahtan varestedir: Hem iman edeceksin, hem imanına güvenmeyeceksin, bu ruhsal bakımdan tutarlı olmaz.
Maddi servet, tahakküm, ulusal çıkar, hegemonya, sömürü, yağma ve talan için savaşıp bir şekilde zafer kazananlar, maddi olarak üstün gelebilir. Ancak bir savaşı meşru ve haklı kılan sebepler temel alındığında bu üstünlüğün Allah katında ve ahlaki bakımdan herhangi bir kıymeti yoktur. Müslümanları üstün kılan imanlarının gerektirdiği ahlak, özgürlük, adalet, hakkaniyet, birlik (vahdet ve ittihad) ve yeryüzünde hayrın egemen olması idealidir. Bu yolda canlarını kaybedebilirler, önemli değil, çünkü cennete gideceklerdir. Müslümanlar bir savaşı kazandıklarında düşmanlarına adaletli davranırlar. Çünkü gayeleri sömürü, talan ve katliam yapmak değildir, olmamalıdır.
Öyleyse Müslümanların sahip olduğu iman, her zaman ve her durumda korunması gereken büyük bir değerdir; Allah Müslümanlar doğru yolda oldukları müddetçe onlara zafer vadetmiştir, buna inanırlar. Allah, bu dine yardım edeceğini müjdelemiş, zayıfları yeryüzünün halifeleri/önderleri kılacağını haber vermiştir. Bu bilgiler ve müjdeler imanın bir parçasıdır, bu imana sahip insanlar, ilahi sünnetlerin gereğini yerine getirerek mücahede ettikleri zaman elbette üstün olacaklardır.
Üstünlük sadece savaş meydanlarında değil, toplumsal hayatta ve gündelik ilişkilerde de ahlaki üstünlük olarak tezahür eder. Burada atıfta bulunulan “üstünlük” temeli ahlaki normlar, övülen erdemler olan moral üstünlüğü olup, bu zeminde maddi ve askeri üstünlük tesis edilir. Ulvi, süflinin zıddıdır. Toprakları işgale uğramış mazlum bir halk üstünlüğünü ahlaki/moral mukavemetinden alır, işgalci güç bir savaş makinesi olsa dahi sonuç itibarıyla ahlaki ve moral olarak süflidir. Temelinde ahlaki gayeler olmayan üstünlükler salt maddi hegemonyalardır, bunlar uzun bir müddet devam edemezler. Kur’an bakış açısından ahlakın ve erdemin beslendiği kaynak Allah’a, ahirete, risalete ve kitaplara imandır. Bir Müslüman her durumda imanın gereğini yerine getirir. Yönetici ise adil davranır, intikamcı olmaz; tüccar ise hile yapmaz, akitlere sadık kalır, ahde vefa gösterir, sınırsız sermaye biriktirme hırsıyla hareket etmez, servet sahibi olur ama kalbi bir gemi gibi servet denizinde yüzse bile su almaz. Bütün bunlar yüksek ahlaki nitelikler, övgüye değer faziletlerdir ki, neşvünema buldukları mübarek kaynak imandır.
Neden kuvvete ihtiyacımız var, diye sorarsanız “Hak ve hakkaniyetin hakimiyeti, adaletin tesisi için” deriz. “Güçlü olandan zayıf olanın hakkının alınmadığı bir topluluk (ümmet) takdis olunmaz.” (İbn Mace, Sadakat, 17; Fiten, 20.)
Yorum Yap