- 8.02.2016 00:00
Gannuşi’nin birbirlerinden ayırmaya çalıştığı etkinliklerin Türkiye’deki karşılığı fikri/kültürel, sosyal ve siyasi İslami hareketlerdir. Mısır İhvanı’nın ortaya çıkışıyla eşzamanlı olarak Türkiye’de de tekparti döneminin ağır baskıları altında İslam’la bağı sürdürmek üzere çeşitli faaliyetler başladı. Tarikatlar toplumu manevi ve ahlaki bakımdan güçlendirmeye çalışırlarken, mesela Süleyman Tuna Han, Kur’an öğrenimine ağırlık verdi. Üstad Said Nursi ise pozitivizmle gelen inkâr fırtınasına karşı yeni bir kelam anlayışıyla iman merkezli bir savunma hattı geliştirdi. Nur hareketinin 1960’a kadar büyük ölçüde fikri/kültürel bir yeniden kelami inşa olduğunu söylemek mümkün, sosyal ve ahlaki bir hamle olarak şekillenmesi Üstad’ın vefatından sonradır.
Türkiye’deki ilk politik hareketlenme DP’ye verilen destekte görülür. İslamcı siyaset ancak 1969’da Milli Nizam Partisi’nin kuruluşuyla kendi mecrasında bağımsız bir hareket olarak ortaya çıkacaktır. 1960 sonrasında başlayan tercüme faaliyetleri entelektüel-kültürel Müslümanlığın da gelişmesini sağladı. Kısaca üç ana mecra üç ayrı aktörler ve gruplar eliyle açıldı.
Dikkatle bakıldığında fikri/kültürel İslamcılığın kilometre taşları arasında Sebilürreşad/Sırat-ı Müstakim; Büyük Doğu, Diriliş, Mavera ve Düşünce Dergisi yer alır. Başka irili ufaklı kümelenmeler de yok değil. Sosyal Müslümanlığın iki ana mecrasından biri geleneksel örgütlenme faaliyetleriyle tarikatlar, diğeri 1960’lardan sonra sosyolojik varlığa dönüşen Nur cemaatleri ve diğerleridir. Siyasi mecranın başlangıç noktası MNP, devam eden halkaları MSP, RP, FP ve bugün hayli zayıf konumdaki SP’dir. AK Parti’yi saf İslamcı parti görmek yanlış; içlerinde İslamcılıktan vazgeçmiş Milli Görüşçüler, Türkçüler, sağ-muhafazakârlar, dinin muamelatını önemsemeyen dindarlar, milliyetçi çevreler yer alır. AK Parti hem Türkiye, hem İslam dünyası açısından farklı bir tecrübedir.
Müslüman Kardeşler’in Türkiye tecrübesinden farkları her üç İslami versiyonu bünyelerinde toplamış olmalarıdır. Hasan el Benna’dan bu yana İhvan, hem tebliğ, irşad ve davet görevini üstlenmiş, hem politik faaliyetlerde bulunmuştur. Mısır İhvanı’nın birer izdüşümü olarak ortaya çıkan diğer Müslüman ülke İhvan’ı da üç İslami versiyonu bünyelerinde toplayarak günümüze gelmişlerdir. Türkiye, Hind Yarımkıtası ve İran farklı tecrübelere sahiptir. Tabii ki İhvan’ın her üç versiyona sahip olması, başka İslami grup ve cemaatlerin ya da politik hareketlerin olmadığı anlamına gelmez. Cezayir ve Pakistan’da güçlü İslami fikri hareketlere rastlandığı gibi faaliyetlerinin tamamını irşad, tebliğ ve davete hasreden Hindistan merkezli Tebliğ cemaati veya Mısır Selefileri de var. İran’da “Mollalar siyasete ve devlet işlerine girmeli mi, girmemeli mi?” sorusu 1979’dan beri gündemdedir. Seyyid Kutup, Mevdudi, Erbakan Hoca ve İmam Humeyni’ye göre İslam politik olarak varolmadıkça maksatlarını gerçekleştiremez. Farklı kulvarlarda da olsalar Şeriatmedari ve Süruş mollaların devletten çekilmelerini savundular. Malik Binnebi’ye göre ise sorun siyasi değil, kültür ve medeniyet sorunudur.
Tunus’ta bugün olup biten şey, köklü İhvan çizgisinin yeni bir durum değerlendirmesi sonucunda ayrışmaya karar verilmesidir. Bundan böyle siyasi alanda faaliyet gösterecek gruplar ile toplumu irşad edecek, İslam’a davet edip ahlaki ve sosyal takviyeyi kendine iş edinen gruplar birbirinden ayrılacaktır. Ama bu ayrışma rekabete ve çatışmaya değil, işbölümüne dayanacak; her üç alandaki çalışmaların referansı yine İslamiyet teşkil edecektir.
Gannuşi’nin önerdiği bu model, esasında Türkiye İslami hareketlerinin geliştirdiği modeldir. Türkiye İslamcılığı, üç versiyonuyla fikri/kültürel; sosyal ve siyasi olarak varolmuştur. Bu model 2013’e kadar başarıyla yürüdü, ancak hasarı hayli yüksek bir yol kazasına uğradı. Nahda ve diğer İslami akımlar Türkiye tecrübesini iyi analiz etmelidirler.
Yorum Yap