- 14.12.2011 00:00
Öyküye bir de şöyle bakalım:
AB reformlarının da etkisiyle, Kürt sorununun çözümüne yönelik ortaya atılan Güneydoğu merkezli çözüm formüllerinin taşıyıcısı PKK'dan çok mitinglerle, bildirilerle, üniversite ve sokaktaki eylemlerle bölgenin siyasi partileri, sivil örgütleri, aydınları ve toplumsal kesimleri oldu.
Ancak bu toplumsallaşma eğilimi, dar anlamda bir siyasileşme eğilimiyle de iç içe girdi, onun tarafından şekillendi.
Nitekim özgürlük alanının genişlemesi Türkiye'den haklı olarak demokrasi talebinde bulunan Kürt siyasetinin kendi içinde çoğulculaşmasına, demokratikleşmesine kapı açmadı. Adeta çatışma sonrası bir iktidar restorasyonu aşaması yaşandı ve bu aşamada Kürt siyasi alanı kendi içinde daha otoriter bir yapı üretti.
Ortada bu durumun yarattığı iki önemli sonuç var:
İlki Türk kamuoyunun Güneydoğu meselesinin devletin yıllarca anlattığı öyküden farklı olduğunu görmesi, meselenin arkasında bir örgütten çok Kürt kökenlilerin istekleri ve politikaları olduğunu fark etmesidir. Bu, Kürt taleplerinin toplumsal gruplar tarafından taşınmasının ve bunun şeffaflaşmasının bir sonucudur.
Bu sonuç iki eksenli bir gelişmeye zemin hazırlamaktadır:
Bir yandan toplumsal ve kültürel açıdan farklı olanla ve farklı taleplerle doğal bir temas imkanı ortaya çıkmaktadır. Öte yandan etnik niteliği baskın, bu talepleri ayrımcılık olarak algılayan milliyetçi bir tepki oluşmaktadır.
Bu iki gelişmeden bugün baskın olan ikincisidir.
Karşılaşma gerginlik üretmektedir.
İkinci sonuç ise şudur:
Toplumsallaşmayı yönlendiren Öcalan'ın formülleri ve otoriter Kürt politik yapısıdır. Bu çerçevede Kürt kamuoyu Öcalan merkezli formülleri toplumsallaştırırken otoriter yapıyı ve zihniyeti pekiştiren, doğallaştıran bir hatta girmektedir.
Siyasi nitelikli formüllerin nihai talep olarak tekrarlanması, yayılması ve içselleşmesi çerçevesinde bu talepler, meşruiyetiyle hiçbir bağlantı taşımayan Kürtlük merkezli yeni bir milliyetçi dalga üretmektedir. Tarih Türk-Kürt milleti arasındaki mücadele olarak algılanmakta, Kürt resmi tarihi ve sembolleri, "öteki" ve "ötekine öfke" üzerinden yeniden üretilmektedir.
Güneydoğu açısından bakıldığında aslında ortada çarpıcı bir tablo bulunuyor.
Yaşanan çatışmaların ürettiği deneyim ve acının kaotik de olsa kimi sonuçları kentsel yapıların değişmesine, birey fikrinin pekişmesine, özellikle Diyarbakır'da toplumsal ve kültürel bir çoğulculuğun oluşmasına zemin hazırladı. Diyarbakır'dan uluslararası sanatçılar, zihinleri Foucault ve Deleuze'le meşgul gençler bulunuyor. Yaşam tarzının her anlamda çeşitlendiği görülüyor.
Bu çoğulcu yapı ne var ki tekçi ve ona tekabül etmeyen bir siyasi yapı tarafından kuşatılmış durumda. Bu çelişkiyi ayakta tutan, mağdurluk ve haklılıktan yola çıkan, kendisini bu terimlerle doğrulayan "milliyetçilik" fikri... Kimlik içinde toplumsal çoğulculuk üredikçe, kimlik politikalarının denetimine yönelik rekabetin yoğunlaşması ve siyasetin toplumsalı tahakküm altına alması bu milliyetçiliği kendi içinden besleyen bir manivela oluşturuyor.
Ancak unutmamak gerekir ki, karşılaşma deneyim demektir.
Ve deneyim toplumsal meşruiyet ve çözüm yollarını kendi içinde barındırır.
Bunun farkında olmak bile önemlidir.
Türkiye bu gerçeklerin etkisiyle güvenlikçi havadan kısa bir süre sonra çıkacaktır.
Yorum Yap