- 7.10.2011 00:00
Taha Akyol hatırlatmış, Kürt aydını İhsan Aksoy'un 2009 tarihli şu sözlerini: "KCK şehirlerdeki kontrolu elinde ve legal siyaseti PKK çizgisinde tutmakla görevli bir yapı... Öyle ki, bir belediye başkanı bir yere gittiğinde, yanında mutlaka KCK'dan biri bulunuyor. Halk arasında bunlara 'komiser' deniyor. Belediye başkanlarının, onların görüşlerinin dışına çıkmaları mümkün değil..."
Bir başka Kürt aydının sözleri şöyle:
"KCK aslında bir şehir örgütlenmesi; şehir, mahalle, köy birimleri var. Dört ayrı dala bölünmüşler. Hukuk, adalet, savunma ve eğitim birimleri... Polis sandıkları mühendisi vuranlar da bu öz savunma birimlerinden..."
Yıldıray Uğur, dün KCK üzerine sözleşmesinden alıntılar yapan bir yazı kaleme almıştı: Sözleşmenin 2. maddesi KCK'yı "demokratik, toplumcu, konfederal bir sistem" olarak tanımlıyor; 15. Maddesi "Yüksek Adalet divanını, yargı sistemi"ni tarif ediyor...
Bu tespitler önemli...
KCK'da madalyonun ciddi bir yüzüne işaret ediyorlar.
Böyle ele alındığında, KCK, adı devlet olmayan bir devletleşme sürecidir... Başka bir ifadeyle Kürt siyasi hareketinin Kürt kamusal alanını tümüyle denetlemesi ve organize etmesinin asli aracıdır...
Gözden kaçırmamak gerek:
Ortada hem "Kürt siyasi alanını denetimi altında tutmaya çalışan", hem "seçilmiş Kürtleri resmi yapılanma ve politika açısından denetleyen", hem de, en önemlisi, "toplumu örgüt eliyle, o örgüt modeli ve görüşleriyle yeniden şekillenmeye iten" bir yapı var...
Bu durum iki sorunun varlığına işaret ediyor.
İlk sorun karşımıza "Kürtler açısından" çıkıyor.
Bu çerçevede sorun, KCK'nın sivil bir toplum örgütlenmesinden daha çok, "totaliter inşa niyetini içeren ciddi bir askeri vesayet hali" olmasından kaynaklanıyor.
Zira bu tablo, PKK'nın temsiline terkedilmiş bir Kürt sorununa, 'Kürt kemalizmi'ne işaret ediyor ve bu çerçevede Kürt siyasi alanının demokratikleşmesinin imkânsızlığına gönderme yapıyor.
İkinci sorun sistemle ilgili...
KCK'nın önemli özelliklerinden birisi, Kürt siyasi hareketinde illegal ve legal yapıları kesiştirmesi, bir araya getirmesi.
Açıktır ki, bu özellik, siyaset ile şiddet arasındaki gidiş gelişlere, siyaset ile şiddetin gerek saha, gerek işlev, gerekse aktör olarak birbirlerinden ayrılmasının zorluğuna işaret eder...
Siyasi iktidar ve devleti en çok zorlayan konulardan birisi doğal olarak bu iç içe girmişliktir... Zorluk bu çerçevede şiddetin karıştığı bir siyasi alan kontrolu politikasının meydan okuyucu niteliğinden kaynaklanmaktadır.
KCK operasyonlarının arkasındaki asli neden de budur.
Şu şekilde de ifade edebiliriz:
Kürt siyasi hareketi, bir düzeni tek taraflı inşa etme peşinde koşuyor. Tek taraflı hamle çatışmacı bir siyaset hamlesidir.
Çatışmacı siyaset, bir yandan karşı tarafı zorlayan, sıkıştıran, kendi yaşam alanını bu eylemle genişletir, diğer yandan asıl yatırımı kendi topluluk sahasına yapar. Nitekim Kürt siyasi hareketi sadece talepler dile getiren bir şekilde değil, aynı zamanda, siyasi merkez, hatta ekonomik politika inşa eden bir güç olarak karşımıza çıkıyor.
Bu durum devlet ve siyasi iktidarın tepkisini çekiyor, müdahalesini beraberinde getiriyor.
Bu cümleleri bu söz konusu müdahaleleri meşrulaştırmak amacıyla yazmıyoruz...
Tersine amaç madalyonun diğer yüzünü hatırlatmak...
Karşılaşılan durum ne denli zor olursa olsun, siyaset ve şiddet ne denli iç içe geçmiş olursa olsun, bir hukuk devletinin işi bunları birbirinden ayırmayı bilmek, siyasi alana ve meşruiyete zarar vermeden yol almaktadır.
Siyasi alan, devletin sadece kontrolü değil, aynı zamanda himayesi altında olmalıdır...
İşte bu, yapılmıyor ya da yapılamıyor...
Son KCK operasyonları çapıyla, tutuklanan siyasi isimlerle bu açıdan siyasi alanı tahrip eden, Kürt kamuoyunu geren yönler taşımaktadır.
Ve yanlıştır...
Mesele haklılık meselesi değildir.
Hassas dönemdeyiz...
Siyasi iktidar da hassas olmalı...
Yorum Yap