- 19.06.2014 00:00
Bugün tarihi bir gün.
34 yıl sonra olsa da Türkiye'de bir askeri darbe toplum adına verilmiş yasal yaptırımla karşı karşıya kaldı. Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Onları ne bir dönemler anayasaya koydurdukları 15. madde korudu , ne o anayasanın halk oyuyla kabul edilmesi, ne de Kenan Evren'in cumhurbaşkanı olarak ülkenin 7 yılını işgal etmesi...
Öyledir darbeyi, darbeciyi ne yasa, ne zaman, ne ahlak korur.
Hesap eninde sonunda verilir.
Bu hep böyle oldu.
Hüküm semboliktir.
Türkiye tarihi darbe yapan, kendisini cumhurbaşkanı seçtiren generallerin gün geldiğinde yaptıklarının bedeliyle karşı karşıya kaldıklarını yazacaktır.
Hüküm kilometre taşıdır.
Türkiye'nin tüm iniş çıkışlarına rağmen demokratik mücadeleyle sivil ve demokratik değerler istikametinde ilerlediğinin bir göstergesidir.
Ekleyelim: Dünya yüzündeki yaptırıma uğramayan, hesabı sorulmayan bir kaç darbeden birisi de hakettiği tarihi yanıta kavuşmuştur, 12 Eylül dünya darbeler tarihinde, verilen karar ise demokrasi tarihinde yerini alacaktır.
12 Eylül darbecileri anayasal düzeni alaşağı etmek ve hükümeti cebren yıkmak suçundan yargılandılar. Oysa bu kişilerin ve o düzenin işlediği ağır insalık suçları vardı.
İnanılmaz işkenceler, faili meçhul cinayetler, tecavüzler, çocuk yaşta asılan gençler, onbinlerce tutuklu…
12 Eylül davası bu açıdan görülmedi.
Bu bir eksikliktir ve giderilmelidir.
Mağdurlar işkencecilerle yüzleşmedi.
Yüzleşmelidir.
İşkenceci subaylar, gardiyanlar, doktorlar, savcılar ortaya çıkarılmalı ve hesap vermelidir.
Umalım 12 Eylül hükümleri bu konuda bir başlangıç olur.
Bu kararın hatırlatıcı olmasını da dilemek gerekiyor.
Türkiye bu noktaya zaman zaman hatalarla örülü olsa da büyük bir mücadeleyle geldi. Askeri imparatoluk ve askeri bir cumhuriyet öyküsü geleneğini kırabilmek, meşruiyetini ters yüz edebilmek uzun bir yol aldı.
Bu yol anlamlı ancak her şeye rağmen sınırlıdır.
Türkiye sivilleşme sürecini henüz tamamlamamıştır.
Askeri malların denetimiyle ilgili yeni hükümler art arda verilen tavizler ve çıkan yasalarla delik deşik edilmiştir.
Devleti iki başlı kılan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi varlığını korumaktadır.
Askeri alan ve askeri faaliyetin kurumsal sivil denetimi konusunda adımlar atılmamıştır.
Subay yetiştirilmesine yönelik sosyalizasyon sistemi değişmemiştir.
Milli Savunma Bakanlığı Genel Kurmay Başkanlığı ilişkileri hala yetkisiz sorumlu, sorumsuz yetkili iki makam şeklinde şizofrenik bir durum üzerine oturmaktadır.
12 Eylül hayatımıza milli güvenlik ideolojisini sokmuştu. Bu ideolojiye ilişkin en kritik düzenleme 1983'te çıkarılan Millî Güvenlik Kurulu Kanunu'ydu.
Bu yasanın genel gerekçesi de dikkat çekicidir:
'12 Eylül 1980 öncesi devlete müteveccih iç tehditlerin ulaştığı boyutlar ve tehditler karşısında Millî Güvenlik Kurulu'nun tetkik, araştırma ve incelemeleri sonucu tespit ettiği ve büyük çoğunlukla 12 Eylül'den sonra uygulanan tedbirlerin, zamanın yürütme, yasama ve yargı organlarınca yerine getirilmemesi veya istenen şekil veya düzeyde uygulamaya konmaması sonucunda hasıl olan durumlarla tekrar karşılaşmayı önlemek için…'
Bu yasanın hala yürürlükte olduğunu biliyor musunuz?
12 Eylül davasının sivil asker ilişkilerine ne tür bir etkide bulunacağını merak edenler, önce yukarıdaki tablo üzerinde durmalıdırlar.
Türkiye askeri darbelerden ve askeri vesayetten kalıcı bir şekilde uzaklaşmak istiyorsa demokratikleşme ve sivilleşme sürecini hiç bir zaman elden bırakmamalıdır.
Kurumsallaşmanın önemini hiç bir zaman unutmamalıdır.
(Kısmi Balyoz rezaletinde olduğu gibi) yaptırım süreçlerinde hukuk dışına hiç bir şekilde çıkmamalıdır.
Yorum Yap