- 4.06.2014 00:00
MİT'in İstihbarat'tan sorumlu eski müsteşar yardımcısı Cevat Öneş'i PKK'nın parçası olduğu iddiasıyla dinleyen birileri var.
Havelsan, Aselsan, İHA, Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nı benzer şekilde dinleyen birileri var.
Ne var ki kimileri için bu sadece AK Parti'nin meselesi...
Bu tür hadiseler, devlet içi paralel örgütlenme, otonom yapı üzerine, sorularla giden hiç bir muhalif unsur bulunmuyor. Yargı ve emniyetin ele geçirilmesinin demokrasinin geleceği açısından işaret ettiği sorunları gören muhalif siyasi parti, kişi, gazeteci yok.
Yaşanan kutuplaşma o kadar keskin, o kadar aptalca, o denli şahsileşmiş durumda ki bu konuda sorulan sorular bile onlar tarafından hoş karşılanmıyor.
Oysa kimilerinin sandığının tersi geçerlidir.
Bu soruları sormak, bu gayri meşru dokunun üzerine gitmek, onunla mücadeleyi bir demokrasi sorunu olarak tanımlamak yolsuzluk ve otoriterleşme iddia ve tartışmalarını ortadan kaldırmaz.
Tersine demokratik ortamı, denetimi pekiştirerek derinleştirir.
Ancak yeminli muhalifler haklı ve meşru bir çizgide durmak yerine, 28 Şubat'ı, askeri doğruladıkları zaman yaptıklarını tekrar ediyorlar, (nitekim pek çoğu aynı aktörlerden, andıç tezgahçılarından oluşuyor) istemediklerini bertaraf etmek için ölümcül halleri görmezden geliyorlar. Gezi dalgasının, yeni muhalefetin arkasına saklanıyorlar.
Oysa kral çıplak durumda...
Öneş örneğiyle anlatalım...
2010 öncesi ve sonrasıyla Kürt sorunu açısından 'üç kritik gelişme'ye tanıklık yaptı.
İlki devletin başlattığı arayıştı. Ağustos 2009'da Beşir Atalay'ın kimi gazetecilerle yaptığı Kürt toplantısı bunun dışa açık ilk sinyallerinden birisiydi. Bu sinyaller daha sonra barış süreciyle şekillendi.
İkincisi Kürt siyasi hareketinin kamuoyuna açık çözüm taleplerinde yeni bir aşamanın, 'özerklik' vurgularının ön plana çıkmaya başlamasıydı. Aralık 2010'da Diyarbakır'da HDK'nın yaptığı farklı kesimden pek çok insanı bir araya getiren, özerkliğe dair ilk Kürt sunumu olan bir çalıştay bu açıdan önemli bir kilometre taşıydı.
Bu iki gelişmeyi her iki toplantıya davet edilen biri olarak yakından yaşamış ve izlemiştim.
Üçüncüsü, ilk ikisinin tersine KCK merkezli bir asayiş hamlesiydi. Politik söylem açısından Polis Akademisi'ndeki cemaat çevresinin, Mehmet Özcan gibi isimlerin yönlendirdiği, Diyarbakır ve İstanbul'daki otonom doku savcı ve yargıçlarının uygulamaya koyduğu ve hükümetin ikna edildiği ve destek verdiği bir süreç. Kasım 2011'de Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu'nun tutuklanmasıyla, bir süre sonra Kentel ve Yeğen gibi akademisyenlerin istihbari takibinin başlamasıyla devam eden bu dönem şöyle özetlenebilir: Cemaatin AK Parti'nin Kürt politikalarını etkileme ve yönlenderme girişimi... Başbakanın etrafında Atalay ve Polis Akademisi ekibi gibi iki ayrı dokunun çatıştığı günler...
Dönelim Öneş meselesine...
Cevat Öneş Diyarbakır'daki Kürt Çalıştay'ına katılmış ve varlığı önemsenmişti.
Bilgiler Öneş'in bu toplantıdan bir süre sonra, 2011'de dinlemeye alındığını gösteriyor, kendisinden başka 15'e yakın akademisyenle birlikte...
Ve Gülen cemaatinin yayın organlarından birisi, Bugün gazetesi Şubat 2012'de Öneş'in KCK metnini yazan adam olduğu iddialarını yayınlıyor, kişisel infaz işlemi yapıyor.
Tüm bunlar ve anlamı sizi ilgilendiriyorsa üzerine biraz düşünün...
Yoksa unutun gitsin...
Yorum Yap