- 30.01.2014 00:00
Türkiye çoklu bir ayrışmanın gerginliğiyle kuşatılmış durumda.
Eski rejimin temel direklerini yıkmaya yönelik ve bu temel direklerin yıkılmasıyla sona eren bir ittifakın ayrışması... Diğer bir ifadeyle AK Parti, liberal-seküler bir kesim ve Gülen cemaati arasındaki ayrışma...
Temel direklerin yıkılması önemli bir aşamadır. Ama onu daha önemli bir aşama, yeni direklerin inşaası evresi takip eder.
Nitekim Türkiye bir kaç yıldır şu iki soruyla karşı karşıya:
-Yeni düzen hangi değerler ve dengeler etrafında kurulacak?
-Eski rejimin yıkılmasıyla mağdur konumdan hakim duruma geçen siyasi iktidar ataerkil siyaset anlayışını, siyaset dışındaki alanlara özerklik fikrine kapalı duruşunu ne kadar değiştirecek?
Değerler meselesi AK Parti ile liberal-seküler kesim arasında önce bir tartışmayı, sonra bir uzaklaşmayı devreye soktu. AK Parti'nin 2010 sonrası ataerkil dilinin kesifleşmesi, özerk alanları daraltması ve basın özgürlüğünün baskı altında kalmasıyla ortaya demokrasiyle ilgili bir tartışma çıktı.
Ardından buna, kamusal alan meselesi ve yaşam tarzı üzerine kurulu diğer bir değer çatışması eklendi. Siyasi iktidar, kimlikçi nitelik taşıyan kimi düzenlemeleri dayatıcı bir söylemle kamusal alana yansıttıkça, karşısında kamusal alan merkezli seküler bir itiraz siyasallaşmasını buldu.
Bu itirazın kritik anlarından birisi Gezi hadiseleriydi.
Bu hadiseler sırasında AK Parti'nin yeni siyasallaşmaya karşı aldığı sert tutum, kullandığı ve kendisini özdeş kıldığı devlet gücü, katılımcı demokrasi taleplerini reddetme tarzı, her olayı bir kalkışmaya indirgemesi, bardağı taşıran damla oldu ve bir kopuşa yol açtı.
AK Parti ve liberal, sol, seküler kesim arasındaki kopuş...
Bu kopuş, laikçilerden farklı, dini vurgu taşımayan yeni bir tür AK Parti karşıtlığını besledi. AK Parti, siyasi ve kültürel muhafazakarlık ve buna bağlı bir mutlak otoriterlik vurgusuyla algılanmaya başladı. AK Parti'ye atfedilen özgürlükçülük, değişim ve reformculuk buharlaşırken, tepkisel ve taşıyıcısı olmayan bu dalga bugün AK Parti'yi demokratik olmayan ile özdeş ilan eden bir noktaya geldi.
Bu durum AK Partinin izlediği güzergaha dair bir fikir verirken, söz konusu kesimler için de siyasetin hükümranlığına teslim olmanın ya da siyasetin toplumsalı esir almasının (bkz: AK Parti) başka bir örneğine işaret ediyordu.
Bu 'ayrışma' artık 2014 Türkiyesi'nin anlamanın temel bir unsurlarından birisidir.
'Dengeler meselesi', yeni rejim kurum aşamasında bir anlamda devlet alanının denetimi ve temel politikaların belirlenmesine gönderme yapar. Bugün bu noktada karşımızda hükümet-cemaat kavgası var. Bunun da işaret ettiği üç ayrı, önemli husus var.
İlki İslami kesim içinde çıkan, kamuoyu önünde cereyan etmesi bakımından ilk olma özelliğini taşıyan bir siyasi farklılaşma ve ayrışma hali...
İkincisi, yasal tanımı olmayan, şeffaflık taşımayan, kapalı bir örgüt niteliğindeki cemaatin bu özellikleriyle açık siyasi aktör olma iddiası ve bu iddianın yarattığı demokrasi ve hukuk devleti açısından meşruiyet sorunları...
Üçüncüsü cemaatin yeni dönem için kendi payını istemesi, alamadığı oranda eline geçirdiği devlet yetkilerini kullanarak siyasi iktidara yönelik vurgun hamlesi...
Bu tablo, bu köşede sık altını çiziyorum, iç içe geçmiş iki aktörün sıradan bir kavgası değildir. Nitekim bu çatışma 'demokratik' ve 'anti-demokratik' unsurlar arasında değil, demokrasi açısından 'meşru' ve 'gayri meşru' unsurlar arasındadır. Gayri meşruyla mücadele hükümeti elbet 'demokrat' kılmaz. Ancak bu mücadele, siyasi iktidar şu anda ona farklı bir anlam verse de, sorunu iktidar savaşı içinde değerlendirse de, uzun vadede demokrasi açısından anlam taşıyan, önemli yönler taşır.
Ancak kısa vadede tam tersi olmakta, demokrasi çifte baskı altında kalmaktadır:
Gayri-meşrunun varlığı bir yanda, siyasi iktidarın bununla mücadele etmek için yargıya müdahalesi, kuvvetler ayrımını zedeleyen girişimleri öte yanda...
Ve doğal olarak bu tür müdahaleler ve gelişmeler liberal-seküler kesim tarafından kendi algısının ve duruşunun bir doğrulaması gibi algılanmakta ve bu çerçevede 'satın alınmaktadır.'
Denklem ve denge bu...
Meselemiz şudur: Gayri meşruyla başetmek ve demokratik iklime geri dönmek...
Bu nasıl mümkün olacak?
Yanımızdakine, karşımızdakine fatura çıkarmadan, her yerde kendi sesimizi ve benzerimizi aramadan, kutuplaşma tuzağına düşmeden, önce kendi açımızdan düşünmemiz lazım...
Nasıl?
Yorum Yap