- 14.06.2013 00:00
Önceki gün bir kısmı Taksim Platformu üyesi ve bir kısmı Gezi Parkı gençlerinden oluşan bir grup Başbakan'la görüştü.
Her ne kadar Gezi olaylarının, Taksim meselesinin temsilini tekel altında tutmaya çalışan, maksimalist taleplerle işi yokuşa süren, genel siyasi direniş ve mücadele fikrini hep önde tutan kimi sol örgütler bu görüşmeyi siyasi iktidarın halkla ilişkiler faaliyeti olarak ilan ettiyse de, ortaya pekçok açıdan önemli bir sonuç çıktı.
Başbakan bu görüşme sırasında ve görüşme sonrası 'referendum' kelimesini telaffuz etti.
Dün Belde Başkanları Toplantısı'nda şunları söylüyordu:
'Akşam gelenlere 'Bu konuda bu kadar hassas mısınız?' dedim. Peki, o zaman plebisit yapalım, yani referandumun değişik bir şekli. Biliyorsunuz, referandum sadece Anayasa değişikliklerinde yapılır. Ama plebisit, o ildeki belediyenin yapabileceği bir uygulamadır. Yani kendi halkına bunu sorar. Bu adımı bu şekilde atabiliriz…'
'Atabiliriz' kelimesi yerini 'attık' vurgusuna bıraktığı anda bir ölçüde soluk almak mümkün olacaktır.
Zira plebisit ilanı 'Topçu Kışlası Projesi'nin fiilen durdurulmasıdır.
Plebisit ilanı hükümetin Gezi taleplerine kulak vererek geri bir adım atmasıdır.
Elbet, plebisit, referandum gibi yöntemleri siyasi açıdan tavan bir noktaya işaret etmezler, müzakereci değil, çoğunlukçu sonuçları doğrurlar. Ancak bu tür durumlar da bir can simidi işlevi görürler, halk tercihinin devreye girmesi ve sorun çözümüne hakem olmasını ifade ederler.
Plebisit adımın krizi çözme, normalleşme konusunda sonuç vermesinin iki önkoşulu var, ortada iki görev var:
Siyasi görev:
Siyasi iktidar Gezi'de oturan gençlere yönelik 'sabrımız bitti, 24 saat içinde eve dönün, yoksa müdahale edeceğiz' söylemini hızla bir kenara bırakmalıdır. Plebisit fikrinin gençler tarafından tartışılması, bu fikrin işlemesi için Gezi Parkı'na yönelik polis eylemleri askıya alınmalı ve bu ilan edilmelidir.
Toplumsal görev:
Buna karşılık basına, eylem gruplarına, kanaat önderlerine plebisit fikrini hızla dolaşıma sokmak ve sindirilmesine katkıda bulunmak işi düşmektedir. Plebisit resmen telaffuz edildiği andan itibaren Gezi Parkı'nı koruma altında tutmak için meşru bir gerekçe kalmayacaktır. Park hızla boşaltılmalıdır. Bunu yapabilmek, o alanı kazanılmış bir eylem ve mücadele sahası olarak gören, üzüm yemekten çok bağcı dövmek peşinde olan gruplara da mesafe koymak demektir.
Gezi krizi bu yolla çözülürse işin tortusu alınır.
Zira açıktır ki, sorun sadece Gezi Parkı'ndan ibaret değildir. Gezi Parkı farklı bir birikimi de harekete geçirmiş ve bu birikimle birleşmiştir.
Bu birikimi, 'çoğunlukçu bir siyaset tarzına, ataerkil bir dil'e karşı tepkiyle ilişkili tanımlamak gerekir.
O zaman açıktır ki, asıl mesele devlet-toplum, siyaset-toplum ilişkilerindedir.
Asıl mesele bu noktaya neşter atılmayı gerektirmektedir.
Bu ilişkilerin iktidar tavrından kaynaklanan söyleme ilişkin bir ayağı var, bir de aşırı merkeziyetçi bir düzenden ileri gelen yapısal ayağı…
Referandum, plebisit fikri bir bakıma 'bozuk devlet ile toplum ilişkilerine, bu ilişkilerin yapısal ayağına yapılacak ilk pansuman'dır.
Ancak asıl çözüm Anayasa üzerinden idari yapının yeniden ve ademi merkeziyetçi bir çerçevede şekillenmesi, kentsel karar süreçlerinde aktif yer alacak sivil kent meclislerinin tanımlanması, eğilim yoklama mekanizmalarının çeşitlenmesi ve zorunlu kılınması, farklı eğilimleri hemhal edecek demokratik süreçlerin tanımlanmasıdır.
Bu söylem sorununu da bir ölçüde ikinci plana itecektir.
Bardağın dolu tarafına bakarak yeniden siyaseti kurmak gerek…
Not. Umalım dün itibariyle İstanbul'da dolaşan 'bu gece müdahale var' şayiası gerçek olmamış, bu yazı açığa düşmemiş olsun.
Yorum Yap