- 4.05.2011 00:00
Siyaset "tartışabilmek" demektir; sorunları konuşarak çözmek, kararları müzakere ederek almak demektir.
Siyaset "iletişim" demektir; bir toplumdaki farklı beklenti, öneri ve taleplerin belirli kurallar ve yasalar çerçevesinde karşı karşıya gelmeleri "birbirlerini etkileyerek, birbirlerinden beslenerek, birbirlerini çürüterek", kararlara zemin oluşturması demektir.
Siyaset, farklı kesim ve talepler arasındaki fikir alışverişinin ve ortak payda arayışının tek vasıtası olan "düşünce özgürlüğü" demektir.
Tartışmanın, iletişimin, düşünce özgürlüğünün bittiği yerde siyaset de biter, anlamını yitirir. Siyaset bitince küfür başlar, kavga başlar, kaba güç devreye girer.
Küfür ve şiddet sadece ilkelliğin ve edepsizliğin göstergesi değildir.
Farklı olanların düşüncelerini karalayan, reddeden, yok edilmesi gereken düşman ilan eden bir zihniyetin de ifadesidir.
Seçim kampanyasının seyrine bakın, bu tür siyaset, siyasi bir etkileşim ışığı görebiliyor musunuz?
Bırakın bu ışığı, kimilerinin hâlâ efelenme, babalanma üzerine siyaset yürütmesine ne demeli?
MHP lideri Bahçeli'nin Başbakan'a yönelik sözlerini hatırlayın...
"Sen Taksim'e 10.000 adamınla gel, ben 1000 bozkurtumla geleyim..."
Kim daha güçlü, kim ötekisinin kafasını kıracak cesaret ve fiziki donanımda...
Bu çağda hâlâ tek cümleyle, taş devri değerleri...
Bu, ne yazık ki, kof bir bakış açısından ibaret değildir...
Gücün en yüksek değer olduğu, en güçlü olanın diğerine fikrini dayattığı bir siyasi bakışa işaret eder aynı zamanda...
Bu bakışın siyaset algısı, kaba bir güç mücadelesi fikri üzerine oturur.
Bu algıda kararları en akıllı, en becerikli olan değil, en güçlü olan verir, vermelidir.
En güçlüyü belirleyen ise kodlanmış, semboller üzerine oturan, iyi ve kötüyü ayıran, ilişkilere hakemlik yapan fiili ve sembolik şiddettir.
Şiddet bu yolla hak ve haklılığı tanımlayan, meşrulaştıran bir anlam kazanır ve bir değer haline dönüşür.
Güçlü olan doğru, haklı ve meşru olarak algılandığı ya da gönüllü itaati hak ettiği oranda, güç kendi başına bir değer olacaktır.
Bu çerçevede siyaset algısının temelinde de iki yönlü hareketlilik yattığı görülebilir:
Siyaset hem devletle özdeşlik kazanır, hem kişisel bir itibar edinme ve fayda aracı olarak ortaya çıkar.
Türk siyasetinde MHP ve benzerlerinin serancamı aslında bu mekanizma üzerine oturur.
Şüphe yok ki bu mekanizma muhafazakâr partileri de etkilemiştir.
Ancak özellikle AK Parti'yle birlikte bu gelenekten uzak duran bir sağ siyasi anlayış da doğmuştur. Ve Türkiye eksiklerine gediklerine rağmen 2002'den bu yana bu sayede mesafe alabilmiştir. Öteki'ye yönelik reformist politikalar, öteki'nde hak ve meşruluk kabulü bu mesafenin itici güçleri olmuştur...
Vahim olan MHP'nin ve onun gibi partilerin bu dili sürdürerek Meclis'te temsil edilmeye devam etmesidir.
Kritik bir döneme gidiyoruz.
Anayasa meselesi kadar, Kürt temsili ve sorunun belirleyici olacağı bir dönem olacak bu...
MHP barajı aşar mı?
Aşması halinde "siyaset-karşıtı" tavrının Türkiye'ye çıkaracağı fatura ne olur?
Tekrarlayalım: Tartışmak, müzakere etmek, iletişim...
Siyaset ruhu oluşturan bu kapıları kapatmak olabilir mi bu fatura?
CHP'nin Ergenekoncu kanadını dikkate alınca, bu riskin sanıldığından daha büyük olduğunu görmek gerekir...
Yorum Yap