- 6.03.2013 00:00
İmralı tutanaklarının yayınlanmasıyla ilgili tartışma, basın özgürlüğü meselesini de kuşatacak biçimde devam ediyor, bir süre daha devam edeceğe benziyor.
Sonuçlardan yola çıkalım…
Sabotaj kelimesini doğrulayacak bir sonuç doğmadı.
Siyasi iktidarın özellikle rahatsız olduğu yönüyle, Öcalan'ın meydan okuması, atıp tutmaları pek ciddiye alınmadığı gibi, kamuoyunda endişe edilen bir etki yaratmadı. Tersine, tutanakların yayınlanması yapılan görüşmelerin meşruiyetini bence biraz daha pekiştirdi, kamuoyu tarafından doğallaştırılmasına yol açtı.
Cevat Öneş, A Haber'de birlikte katıldığımız Pazartesi Sendromu Programı'nda, durumu Oslo tutanaklarının yayınlanmasıyla karşılaştırırken, 'o tutanaklar kamuoyunda doğal karşılanmıştı, ancak taraflara zarar vermiş ve görüşmeleri olumsuz etkilemişti, İmralı tutanakları tarafları da olumsuz etkilemedi' diyordu.
Cumhuriyet tarihinin en önemli anlarından birisini yaşıyoruz.
Bu açıdan hassasiyetler ve tartışmalar anlaşılabilir.
Ancak bu öneme biaen meseleye şöyle de bakılabilir:
BDP heyetinin ikinci İmralı ziyaretine kadar yarı kapalı bir süreç söz konusuydu. Öcalan'ın tutumu dahil hemen her aşama ya da içerik hükümetin, özellikle başbakanın satır aralarından takip ediliyordu. Zira görüşmeler esas olarak Öcalan ve MİT arasında sürüyordu.
İkinci İmralı görüşmesi, malum mektuplarla Öcalan'ın Kandil, Avrupa, BDP'ye yol haritasını vermesi ve bu konudaki fikirleri sormasıyla, yeni bir aşamayı başlattı. Öcalan'ın görüşlerinin Kürt Haraketi'nin diğer aktörlerine yansıması, kabul etmek gerekir ki, 'oyuncular' ın çoğaldığı bir durumu ifade eder. Ayrıca Kürt hareketinin iç siyasi dokusunun sürece aktif bir şekilde dahil oduğu bir safhaya işaret eder.
Yine kabul etmek gerekir ki, böyle bir safhada Öcalan'ın görüşlerinin dışa yansımaması mümkün değildi. Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan sözler şu ya da bu şekilde ve özellikle basın üzerinden dolaşıma girecekti.
Eşyanın tabiatı biraz da bunu gerektirir.
Zira bu tür görüşmelerde sadece taraflar görüşmez. Her bir taraf kendi içinde ve kendi içine konuşur, kendi siyasetini yapar, kendi siyasi dengelerini dikkate alır.
Hükümetin ve başbakanın haftalardır yaptığı bir yönüyle bu değil midir?
Türk kamuoyunun iknası, rahatlatılması başbakanın yaptığı her konuşma ve görüşmenin ana unsurunu oluşturmuyor mu?
Durum buysa, İmralı tutanakları, Öcalan'ın görüşleri meselesini fazla abartmaya gerek yok.
Olacaktı ve oldu…
Ayrıca, tutanakların yayınlaması tam da yukarıda söylediğimiz çerçevede bir işlev görecek, girilen yeni aşamayı inşa eden adım olacağa benziyor.
Zira barış süreci belli ki sadece barışı tesis etmeyecek, aynı zamanda Kürt siyasi alanını da yeniden yapılandıracak bir şekilde seyredecektir. Kürt hareketinin geleceği, bu hareketin farklı aktörleri arasındaki ilişkiler bu süreçle paralel bir dinamizm kazanacaktır. Tutanakların yayınlanmasının bu açıdan bir işlevi olduğunu özellikle görmek gerekir.
Dün yazdık:
'Birbirinden bir ölçüde kopuk, hem devlete hem birbirlerine karşı güvensizlik üzerine oturan bir yapıya sahip Kürt Siyasi Haraketi açısından, 'barış süreci' görece kapalı bir kutuydu. Öcalan'ın ne düşündüğü her şeye rağmen BDP ve Kandil açısından ve onların tabi olduğu kamuoyu bakımından soru işaretleri taşıyordu. Ve bu soru işaretleri yürüyen sürecin bizzat içeriden engellenmesine uygun bir zemin hazırlıyordu. Denebilir ki, bu tutanaklar bu açıdan ters etkide bulunmuş, Kürt alanında oluşan 'siyasi gazı' almıştır…'
Evet, bizce endişeye mahal yok…
Tren ilerliyor.
Yorum Yap