- 6.02.2013 00:00
Devrimci Karargah Örgütü üyesi Orhan Yılmazkaya 29 Nisan 2009 tarihinde Bostancı'da polisle girdiği çatışmada öldürüldü. Bilgisayarı ve not defterinde yapılan incelemeler sonucu görüştüğü kişilere ulaşıldı.
Bunlardan birisi, bir dönemler Yeni Yüzyıl Gazetesi'nde benim de mesai arkadaşım olan, gazeteci Aylin Duruoğlu'ydu.
2009'da Vatan Gazetesi'nin internet bölümünün başında bulunan Aylin Duruoğlu, Yılmazkaya'nın üniversite yıllarından tanıdığı bir isimdi. Yılmazkaya, yazdığı 'Türk Hamamı: İstanbul Hamamları Rehberi' adlı kitabın tanıtımı için üniversite yıllarından tanıdığı Aylin'i aramıştı.
'10-15 yıl hiç görüşmedik. Birkaç yıl önce yazdığı kitabın tanıtımı için geldi. Bir iki kez de gazetede ziyaret etti. Onun dışında ilgim yok, terörist kimliğinden de haberim yoktu.'
Aylin Duruoğlu tutuklanma talebiyle gönderildiği mahkemede hakime bunları söylüyordu.
Orhan Yılmazkaya'nın gazeteye geldiği bir sefer, gazetenin hemen yanında bulunan Astoria iş merkezinde yemek yemişlerdi.
Hepsi bu…
O yemeği yerken Yılmazkaya'yı takip eden istihbaratçıların tuttuğu tutanak ve çektiği resimleri saymazsak…
Gerçekten hepsi bu…
Aylin tutuklandı, uzun bir süre sonra tahliye edildi.
Ama kabus bitmedi.
Hanefi Avcı'ya 49,5 yıl isteyen savcı, aynı mütalaada Aylin Duruoğlu için örgüt üyesi olmaktan 15 yıl hapis cezası istedi.
Akıl ve vicdana sığmaz bir talep daha…
Neden peki?
Devrimci Karargah Örgütü'nün etli butlu hale getirilebilmesi için değilse neden?
Kendisini yineleyen ve yinelemeyle kendi içinde anlam taşıyan, sistemleşen 'keyfilik' adlı refleks de tek başına anlam taşımaz.
Mesele keyfiliğin ardında yatan yeni dönem iktidar ilişkileri ve arayışlarıdır. Bu arayışlar çerçevesinde pek çok kritik ve bizce özü haklı ve 'doğru' davanın araçsallaşması ya da Şık, Şener, Avcı, Duruoğlu'nun maruz kaldığı 'eğri' davaların üzerinden yol almasıdır.
Peki keyfiliğe zemin hazırlayan dokuya ne demeli?
Bu doku 'kanuni'dir.
Mevzuat, terör tanımında hayatın her alanına uzanan bir 'derinlik', istemeyen unsurlarla her teması terör eylemi olarak görebilen bir 'genişlik' içermektedir.
Vesayet rejimi döneminde hayatın her alanına sızan 'güvenlik tanımı'nın başka bir tezahüründen, bir tür 'devamı'ndan söz ediyoruz.
Bu devamlılık toplumu, siyaseti, düşünceyi kolaylıkla asayiş nesnesine dönüştürebilmektedir.
Ahmet İnsel'in Salı günü Radikal Gazetesi'nde yayınlanan Terörü Terörize Etme Politikasının Tali Olmayan Hasarları yazısı şu satırlarla bunu anlatıyordu:
'Türk Ceza Kanunu, toplam 50 farklı maddesinde yer alan suçların bir terör örgütü çerçevesinde işlendiğinde terör suçu sayılacağına hükmediyor. Bilişim suçları da bu nedenle Türkiye'de terör suçu olarak tanımlanıyor, insan kaçakçılığı da. Kapsama alanı bu denli geniş bir terör suçu kavramı, YÖK yasasına karşı düzenlenen yürüyüşü, hükümet aleyhtarı bir toplu gösteriyi, silah, şiddet ve cebir unsurlarına bakılmaksızın, polis fezlekesinin takdirine göre terör suçu olarak tanımlayabiliyor. Bu da terörle mücadele politikasının teröristleri terörize etmek bahanesiyle, makbul olmayan muhalefeti 'bastırma, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit' amacıyla kullanılmasına imkan sağlıyor. Hanefi Avcı'ya terör örgütü üyeliğinden dava açılması ve tutukluluğunun devam etmesi bu durumun somut bir tezahürü…. Avukatların, gazetecilerin, sendikacıların, belediye başkanlarının, öğrencilerin vs.. terör suçu kapsamında tutuklanmaları, yargılanmaları da bu terörize etme politikasının parçası…'
Sorun bu…
Bu sorun KCK davalarından kimi temizlik davalarına Türkiye'nin en önemli sorunlarından birisi olarak karşımızda durmaktadır.
Kürt sorununu çözmekten söz ediyoruz, bu dokuyla, bu adli refleksle çözüm söz konusu bile olamaz…
Yorum Yap