Godo’yu beklemek ya da 15 Ekim’i beklemek

  •  

 Absürd tiyatronun belki de en önde gelen oyunlarından birisidir “Godo’yu beklerken” . Samuel Beckett,  insanın kendi varlığını ortaya koymasında bir başkasına sığınmayı amaçlamasının saçmalığını, sonu gelmeyen bir bekleyiş içerisinde resmedilen Viladamir ve Estragon’un -kısa adlarıyla Didi ve Gogo’nun-üzerinden aktarır.

Bu iki arkadaş bir yandan ipe sapa gelmez çok da anlamlı bir sohbetin içinde olmaksızın oyun boyunca Godo’yu beklerler.

Oyunun birçok iletisi arasında kuşkusuz en dikkat çekici mesajı;  insandaki birilerine bağlı olma ve sürekli birilerini bekleme arzusunun absürtlüğüdür.

Birey sonuçsuz kalacağını bildiği halde varlığını bile kanıtlayamayacağı bir varlığı beklemekte ve onun sayesinde kurtuluşunu hayal etmektedir. Sadece bekler, itaatkâr bir şekilde, sorgulamadan, kayıtsızca; zamanla bu bekleyişin kendisi bir amaca dönüşür.

Beckett oyununda, sımsıkıya sarıldıkları hiçlik yüzünden hayatlarının geri kalanını saçma sapan bir bekleyiş içinde geçirmeye kendilerini mahkûm etmiş Didi ve Gogo’yu karşımıza çıkarıyor. Amaçsızca o anki varoluşlarını kendilerini kaptırdıkları bekleyiş ile beyhude kılan bu iki insan, şimdinin ödevini bir başkasına bağlanmak ile bertaraf eden miskinliğin acınası iki örneği olarak resmediliyor.

Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır, diyen Aliya İzzetbegoviç’i hatırlayın.

Kimi için Mehdidir Godo, kimi için kendi varlığını yok sayma pahasına peşi sıra gidilendir, hiç gelmeyecek olan ya da geleceğine dair kesin bir kanıtın bulunmadığı her ne ise odur…

Kendi tembelliklerine, eylemsizliklerine bir kurtarıcı üzerinden karartma uygulayanlara bakın. Saçma sapan edilen laflar, anlamsız diyaloglar ve hiçbir işe karşılık gelmeyen bir aşağı bir yukarı gezinmeler; bunlar  “Godo’yu beklerken“ sorgulanmaz bile.

Beckett’in mesajı nettir oysa: Varoluşumuzun amacı bir kurtarıcıyı beklemek ya da Didi ve Gogo’nun yaptığı gibi ayağımızın içine sıkıştığı botla uğraşmak değildir. Üretmektir yaşamın amacı, kendi iradene ve sorumluluğuna sahip çıkmaktır. Maruz kaldıklarımız karşısında varlığımızı askıya alarak beklemek değildir.

İnsanoğlu Tarih boyunca bekleyeceği bir Godo bulmakta çok mahir çıktı. Sorunların mesele etmeksizin, tek damla ter dökmeksizin, derdini yüklenmeksizin, ağrısız sızısız çözüleceğine dair kendinden menkul bir “iyimserlik” ile üstesinden gelinebileceğini, kurtuluşun kurtarıcılarda ve onların ceplerinde taşıdıkları sihirli reçetelerde olduğuna inandı. Bu inancın yüksek bir getirisi olduğu aşikâr. Hiçbir şey yapmayarak varoluşunuzun beyhudeliğini gözlerden ırak tutmak az bir şey değildir.

Şu günlerde  150 yılı aşan bir meselemiz hakkında herkes heyecanlı bir bekleyişin içerisinde.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un göreve gelmesinin ardından eğitimi keşfeden ve sosyal medyada, gazete sütunlarında eğitim meselemiz hakkında  “heyecan” kasan insanlar meraklı gözlerle 15 Ekim’i bekliyorlar.

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk’un yapmış olduğu ; "15 Ekim'de vizyon belgemizi açıklayacağız. Birçok kişi icraat bekliyor. Sosyal medyada bunu fark ediyorum. Veriyi görmeden, planlama yapmam. 15 Ekim'e kadar bir sabretsin insanlar.” açıklamasının ardından tüm gözler 15 Ekim’e çevrilmiş vaziyette.

İnsanın kanına dokunuyor bu manzara!

Niye?

Çünkü 10 yılı aşkın bir süredir neredeyse tüm yazıları eğitim üzerine olan, Türkiye’de maarif davasının öksüz bir dava olduğunu yıllardır eğitim camiasının içinde ve eğitim dair sivil toplum çalışmaları sırasında bizzat gözlemlemiş birisi olarak bu pespayeliği içim kaldırmıyor.

Sayın Bakan vizyon belgesi açıklayacak. Açıklar bakarız. Yükün ağır ve ortak bir çabanın bu meselede neredeyse farz hükmünde olduğunun farkındayız.

Eğitime dair konuşmak sadece eğitim konuşmak değildir;  eğitimi konuşmak devlet-toplum ilişkisini, din-devlet ilişkisini, Anayasayı, iktidar mekaniğini ve sınıfsal sorunları da konuşmaktır aynı zamanda.

Bir vizyon belgesinin ötesinde bir çabaya mecbur olduğumuz aşikârken Godo’yu bekler gibi 15 Ekim’i beklediklerini söyleyen ve bugüne kadar eğitim faslında ne işe yarar bir sözlerini, ne dişe dokunur bir varlıklarını görmediğimiz Didi ve Gogo’ya dikkatinizi çekmek isterim.

Onların dergileri vardır yazmazlar, televizyonları vardır tek programda gündemlerine almazlar, dernekleri, vakıfları vardır evlere şenlik…..

Onlara tek bir şey sorulabilir: Hiç utanmanız yok mu sizin?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums