Büyük çoraklık, seçimler ve esas kaybeden

  • 22.06.2018 00:00

 24 Haziran seçimlerine az bir zaman kala partilerin ve adayların propaganda sürecinde sadece onların değil siyaset dışı aktörlerin de performanslarını yakından gözlemledik. Yarışa katılan adayların ve siyasi partilerin motivasyonları belli. Ne var ki varoluşuna ilişkin siyaset dışı gerekçeleri olan kimi kuruluşların hangi adayı ve partiyi destekleyeceklerini gazetelere ilan vererek kamuoyuna duyurmaları, 24 Haziran seçimlerinin bize yaşattığı ilklerden birisi kuşkusuz. Bugüne kadar herkes filanca cemaatin, derneğin, sendikanın hangi siyasi eğilime yakın olduğunu bilirdi. Ama hiçbirimiz bugüne kadar ilanlarla, duyurularla aday ve parti tercihini haykıran siyaset dışı aktörlerin varlığına şahit olmamıştık. Ziya Paşa’nın dediği gibi; “Evvel yok idi işbu rivayet yeni çıktı.”

18-06/22/screenshot_3.jpg

Burada mesele kimin kimi desteklediği meselesi değil! Mesele bu tür bir ilişki biçimine rıza gösterip göstermemek. Bunu bir tercih olarak değerlendirenler çıkabilir. Ne var ki bu tercihin hem tercihte bulunanlar hem de toplum için bir maliyetinin olacağı da bilinmelidir o zaman. Varoluş gerekçesi eğitim, dini hayatın canlanması, mimarlık ya da çevre olsun… Bir sivil kuruluş kendi sahasında bir şey üretmek yerine açıktan siyasal alana angaje oluyor ve bunu da destek olmak adına yaptığını söylüyorsa bu iddianın ciddi sorunlar içerdiği görülmeli. Kendi hükmü şahsiyetini iptal etmek bir yana böyle bir desteğin desteklenen kişiye ya da partiye de bir hayrı olmayacaktır. Çünkü kamusal şovlar değil kamusal sorumluluklar en büyük destektir.

Toplumsal sermaye

Şükrü Hanioğlu, “Toplumsal sermayeyi tüketmeyelim” başlıklı yazısında esasında yukarıda tasvir etmeye çalıştığım duruma işaret ediyordu. Robert Putnam’ın çalışmalarına atıfla, sivil toplumu ‘toplumsal sermaye’ olarak tanımlayan Hanioğlu dünyada ve Türkiye’de sivil toplumun etkileri ve gelişimi üzerine görüşlerini paylaşmış.

Şükrü Hanioğlu yazısında, Türkiye’de erken Cumhuriyet dönemi uygulamalarından günümüze kadar devlet-toplum ilişkisinin mahiyeti dikkate alındığında kamusal alanın tek belirleyicisi olan devletin sivil toplumun gelişimine olumsuz etkisinden söz etmiş. Öte yandan sivil toplum kuruluşu maskesi kullanan bir yapının eliyle yakın zamanda gerçekleşen darbe girişiminin sivil toplumun zaten cılız seyreden gelişimini hepten kötüleştirdiğini, geldiğimiz noktada ise vatandaşın mesafeli yaklaşımı ile kendiliğinden gelişen kuruluşların iyice güçsüz kalışı neticesinde sivil toplumun radikalleşen yapılar ile güdümlü yapılar arasında kaldığını belirtmiş. Ülkenin demokratik gelişimine de katkı yapmayan bu unsurların varlığına işaret eden Hanioğlu, bu durumun bizi “toplumsal sermayeyi tüketmek” noktasına götürebileceği hususunda uyarmış.

Söz konusu yapının sivil toplumu kullanması ve devletin kurumlarını ele geçirme girişiminin yanında; devletin Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sivil toplum alanında beliren kuruluşlarla ilişkisini olması gerekenin dışında kurgulamış olduğunu da kayıtlara geçirmemiz gerekiyor. Hanioğlu bu noktada Osmanlı’daki kadın örgütlerinin Cumhuriyet döneminde nasıl “devletleştirilerek” rejimin kadın ile ilgili ideolojik propagandasının aparatları haline getirildiğini hatırlatıyor. Ne var ki bu ilişki / ilişme biçimi bir erken Cumhuriyet dönemi pratiği olarak kalmadı. Yapılacak üstünkörü bir gözlem bile bunu doğrulayacaktır.

Devlet ve STK’lar arası ilişkinin mahiyeti ortaya çıkan durumun başlıca müsebbibi. Dolayısıyla her ikisinin de olması gerekenin dışında davranması, sonunda ikisinin de ifsadına yol açıyor. Daha kötüsü ise toplumsal sermayenin tükenmesine varacak tutum, davranış ve uygulamalara gerekçe teşkil ederek asıl kaybedenin toplum olacağı bir manzarayı önümüze çıkarıyor. Oysaki toplumsal sermayeyi tüketmek en büyük kaybı bizatihi toplumun kendisine yaşatacaktır.

Toplumsal sermaye esasında toplumun heybesidir. O heybe dolu olduğu müddetçe siyaset, ekonomi, kültür sahası verimli hale gelir. Bu nedenle Türkiye’de nitelik tek bir merci, kurum ya da kişiye havale edilemez. Bir toplumda var olan nitelik o toplumun toplumsal sermayesinin hasılasıdır. Bir ülkenin meselelerine ilişkin toplumda beliren tartışma, , gündeme taşınan konu başlıkları, sorun alanlarına ilişkin tespitler, çözüm yöntemlerine dair teklifler bize niteliğin mahiyetini verir.

Yakın geçmişte sivil toplumdaki hareketliliğin Türkiye’deki yasakçı zihniyetin geriletilmesinde oynadığı rolü akıldan çıkarmayalım. Kılık-kıyafet zorbalığının son bulması neticede yasal düzenleme ile siyasetin soruna bir çözüm getirmesi ile oldu ne var ki iş o noktaya gelene kadar sivil toplum kuruluşlarının yıllara yayılan mücadeleleri vardı. 

Seçimlere az bir zaman kala sivil toplum sahasından çıkan ses sadece aleyhte pür radikal tutum yahut sürekli lehte tam destek arasında salınıyorsa seçimler için değil ama toplumsal sermaye için endişelenebiliriz.

Ördek tüyü

Şair Enis Batur katıldığı bir televizyon programında şöyle bir şey anlatmıştı:

Televizyonda Nobel ödülü almış bir fizikçiyi dinliyordum bir söyleşi programında. Söyleşiyi yöneten hanım ona sordu: Ne üzerinde çalışıyorsunuz bu sıralar? Nobel ödüllü fizikçi; “Biz iki yıldır büyük bir ekip, ördek tüyleri üzerinde çalışıyoruz. Nasıl oluyor da su tüyün üstünde kalıyor, içeri geçmiyor.”

Hanım haklı olarak sordu: Bu ne için, ne sağlayacak bu bize?

“Valla”, dedi adam, “Biz bunu düşünmeden işimizi yaparız. Sonra sağlayacağını biliriz, bilmez değiliz. Örneğin araba lastiklerinin frene basıldığında yağmurlu havada çok rahat durdurulabilmelerini sağlayan malzeme bizim bu çalışmalarımızdan sonra ortaya çıkmıştır. Bu uçak tekerlekleri için de geçerlidir ve buna benzer pek çok alanda… “

Bunu anlattıktan sonra Enis Batur şöyle dedi: “Aslında ördek tüyü üstünde çalışmak önemli, birilerinin ördek tüyü üzerinde çalışması lazım. Onun neden su geçirmediğini çıkarması lazım. Eğer bir toplumun bütün ögeleri, bütün bireyleri son hücrelerine kadar aktüalitenin gündemin siyasetin içinde kalırlarsa o toplum güdük kalır.”

STK’lar ne söylüyor?

Önemli bir seçimin arifesindeyiz kuşkusuz. Hem Cumhurbaşkanı hem de meclis aynı anda seçilecek. Peki, bu kadar önemli bir seçime giderken STK’lar ne söylüyor? Gündemleri ne? Talepleri var mı?  Şu sıralar sivil toplumdan yükselen hangi talepleri, önerileri işitiyoruz? Alanını, konusunu eğitim, bilim, kültür ya da çalışan insanları temsil olarak ilan eden kuruluşlar topluma ne söylüyorlar? Yahut tarikat ve cemaatlerden ne işitiyoruz? Din-devlet ilişkisine dair talepleri ve görüşleri nelerdir mesela? Din eğitiminin formülasyonuna dair beklentileri, teklifleri var mı? Varsa neler?

Örneğin; Cumhurbaşkanı adaylarının hepsi kamuda çalışanlar için 3600 ek gösterge vaadinde bulunuyorlar. Çalışanları temsil eden yüzbinlerce üyeye sahip sendikalardan “Bir de şu vardı” diye söze başlayıp bu vaadin yanına bir tek talep iliştiren yok! Ben bildim bileli eğitim-kültür bahsinde söz alan kuruluşlar vardı bu ülkede. Bir tanesi de çıkıp eğitimde şunu yapalım, kültürde bunu yapalım, demiyor!

Bu sessizlik sadece toplumu gündemsiz kılmıyor siyaseti de konusuz bırakıyor.  Siyasette yaşanan ufuk kapanmasının bir sebebi de bu kuşkusuz. Bu şartlar altında 24 Haziran’da sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın esas kaybedenin kim olduğu belli değil mi?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums