- 20.06.2018 00:00
Bu köşede yazı yazmaya başladığım günden itibaren sürekli vurgulamaya çalıştığım ve en son geçen hafta değindiğim bir duyarlılığı Şükrü Hanioğlu, “Toplumsal sermayeyi tüketmeyelim” başlıklı yazısında ele almış. Robert Putnam’ın çalışmalarına atıfla, sivil toplumu ‘toplumsal sermaye’ olarak tanımlayan Hanioğludünyada ve Türkiye’de sivil toplumun etkileri ve gelişimi üzerine görüşlerini paylaşmış.
Şükrü Hanioğlu yazısında, Türkiye’de erken Cumhuriyet dönemi uygulamalarından günümüze kadar devlet-toplum ilişkisinin mahiyeti dikkate alındığında kamusal alanın tek belirleyicisi olan devletin sivil toplumun gelişimine olumsuz etkisinden söz etmiş. Öte yandan sivil toplum kuruluşu maskesi kullanan bir yapının eliyle yakın zamanda gerçekleşen darbe girişiminin sivil toplumun zaten cılız seyreden gelişimini hepten kötüleştirdiğini, geldiğimiz noktada ise vatandaşın mesafeli yaklaşımı ile kendiliğinden gelişen kuruluşların iyice güçsüz kalışı neticesinde sivil toplumun radikalleşen yapılar ile güdümlü yapılar arasında kaldığını belirtmiş. Ülkenin demokratik gelişimine de katkı yapmayan bu unsurların varlığına işaret eden Hanioğlu, bu durumun bizi toplumsal sermayeyi tüketmek noktasına götürebileceği noktasında uyarmış.
Söz konusu yapının sivil toplumu kullanması ve devletin kurumlarını ele geçirme girişiminin yanında devletin Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sivil toplum alanında beliren kuruluşlarla ilişkisini olması gerekenin dışında kurgulamış olduğunu da kayıtlara geçirmemiz gerekiyor. Hanioğlu Osmanlı’daki kadın örgütlerinin Cumhuriyet döneminde nasıl ‘devletleştirilerek’ rejimin kadın ile ilgili ideolojik propagandasının aparatları haline getirildiğini hatırlatıyor.
Devlet ve STK’lar arası ilişkinin mahiyeti ortaya çıkan durumun başlıca müsebbibi. Dolayısıyla her ikisinin de olması gerekenin dışında davranması, sonunda ikisinin de ifsadına yol açıyor. Daha kötüsü ise toplumsal sermayenin tükenmesine varacak tutum, davranış ve uygulamalara gerekçe teşkil ederek asıl kaybedenin toplum olacağı bir manzarayı önümüze çıkarıyor. Oysaki toplumsal sermayeyi tüketmek en büyük kaybı bizatihi toplumu kendisine yaşatacaktır.
Toplumsal sermaye esasında toplumun heybesidir. O heybe dolu olduğu müddetçe siyaset, ekonomi, kültür sahası verimli hale gelir. Bu nedenle Türkiye’de nitelik tek bir mercie, kuruma ya da kişiye havale edilemez. Bir toplumda var olan nitelik o toplumun toplumsal sermayesinin hasılasıdır. Bir ülkenin meselelerine ilişkin toplumda beliren tartışma, , gündeme taşınan konu başlıkları, sorun alanlarına ilişkin tespitler, çözüm yöntemlerine dair teklifler bize niteliğin mahiyetini verir.
Yakın geçmişte sivil toplumdaki hareketliliğin Türkiye’deki yasakçı zihniyetin geriletilmesinde oynadığı rolü akıldan çıkarmayalım. Kılık-kıyafet zorbalığının son bulması neticede yasal düzenleme ile siyasetin soruna bir çözüm getirmesi ile oldu ne var ki iş o noktaya gelene kadar sivil toplum kuruluşlarının yıllara yayılan mücadeleleri vardı.
Seçimlere az bir zaman kala sivil toplum sahasından çıkan ses sadece aleyhte pür radikal yahut sürekli lehte tam destek arasında salınıyorsa seçimler için değil ama toplumsal sermaye için endişelenebiliriz.
Şu sıralar sivil toplumdan yükselen hangi talepleri, önerileri işitiyoruz?
Sivil toplum kuruluşuyuz, diye ortada gezen; alanını, konusunu, çalışmasını eğitim, bilim, kültür ya da çalışan insanları temsil olarak ilan eden kuruluşlar topluma ne söylüyorlar?
Yahut tarikat ve cemaatlerden ne işitiyoruz? Din-devlet ilişkisine dair talepleri ve görüşleri nelerdir mesela? Din eğitiminin formülasyonuna dair teklifleri var mı? Varsa neler?
Bu sorular maalesef yanıtsız kalmaya mahkûm.
Bu sessizlik sadece toplumu gündemsiz kılmıyor siyaseti de konusuz bırakıyor.
Örneğin; Cumhurbaşkanı adaylarının hepsi kamuda çalışanlar için 3600 ek gösterge vaadinde bulunuyorlar. Çalışanları temsil eden yüzbinlerce üyeye sahip sendikalardan “Bir de şu vardı” diye söze başlayıp bu vaadin yanına bir tek talep iliştiren yok!
Ben bildim bileli eğitim-kültür bahsinde söz alanlar vardı. Bir tanesi de çıkıp eğitimde şunu yapalım, kültürde bunu yapalım, demiyor!
Heyhat!
Bu çoraklığa, cansızlığa siyaset ne yapsın seçim ne yapsın!
Yorum Yap