- 9.02.2018 00:00
Sekizinci yüzyıla kadar atların savaşta kullanım amacı askerleri savaş meydanına taşımaktı. Savaş alanına gelindiğinde attan inilir ve düşmanla o şekilde çarpışılırdı. Frankların üzengiyi kullanmaya başlamalarıyla birlikte hem savaş biçiminde köklü bir değişiklik yaşandı hem de bu değişiklikle birlikte feodal toplumun doğası değişti. Üzengi at üstünde savaşmayı mümkün kıldı böylece savaşın sonucunu tamamen etkileyen bir askeri teknoloji ortaya çıkmış oldu. Şövalye sınıfının önemi arttı. Şövalyeler kilise topraklarını ele geçirip kendilerine hizmet etmeleri karşılığında vasallara dağıttılar. Bu durum feodal toplumun gidişatını büyük ölçüde değiştirdi.
Dördüncü yüzyılda dini bir amaca hizmet etmesi gayesiyle icat edilen mekanik saatin 1370’de Kral Charles’ın Paris’teki bütün vatandaşlardan özel ve ticari hayatlarını Kraliyet Sarayının saatine göre ayarlamalarını istemesi ise mekanik saatin dönüşümünün kritik bir anına işaret etti. Kendi saatini kullanan Kilise bu isteğe boyun eğerek manevi ihtiyaçlarını değil maddi çıkarlarını öne çıkarmak zorunda kaldı. Ortaçağın merkezinde yer alan kilise bir icadın marifetiyle otorite kaybına uğradı.
*
Neil Postman 17.yüzyıla kadar bir aletin bir kültüre girişinin iki sebebe bağlı olduğunu söyler. İlki bir ihtiyaca cevap vermek. İkincisi sanatın, politikanın, efsanelerin, ayinlerin ve dinin sembolik dünyasına hizmet etmek. Postman, her iki durumda da aletlerin kullanımına sunuldukları kültürün itibarına ve bütünlüğüne saldırıda bulunmadıklarını belirtir. Fakat bu durumun epey bir zamandır kültürün aleyhine değiştiğini söyler. Bu durumun modern dönemde vardığı trajik eşikte ise bizleri uyarır. Postman’ın ikazı şudur: Yeni bir teknoloji ne bir şey ekler ne bir şey çıkarır. Her şeyi değiştirir.
Batı düşüncesinin Nietzsche’den Darwin’e, Marx’tan Einstein’a kadar uzanan isimleri tespitleriyle endüstrileşme, modernleşme serüvenin sonunda Batı için bir hasar raporu çıkardılar aslında. Sürecin sonunda tüm bu isimlerce yapılan özet, tek bir sonuca işaret ediyordu: “İnanç sistemimiz zayıfladı ve kendimize olan güveni kaybettik.” Bunun ne manaya geldiğini ise çarpıcı biçimde ifade etmek Postman’a düştü: Kavramlar enkazında inanılacak tek bir şey kalmıştı: Teknoloji
Batılı kalkınma modeline iman eden bizim gibi Batı-dışı toplumların -şu an için görüntüde ne kadar dışında kalabildikleri tartışmalı olsa da en azından ontolojik olarak hep Batı-dışı kalmaya mahkûm toplumların- bu hikâyeden öğrenecekleri çok şey var. Bizim için bu hikâyeyi bilmek küresel ezberleri kolay terennüm etmeyi tamamen sona erdiremez belki ama bir miktar yavaşlatabilir. Bu yavaşlık bir şeyleri, yapageldiklerimizi yeniden düşünmek, tartışmak için bir zaman aralığı bahşedebilir.
*
Benimsediğimiz kalkınma modelinin birey ve toplum hayatımızda yarattığı çelişkileri belki her birimiz gündelik hayatımızda gözlemliyoruz. Bu çelişkilerin hiçbiri gökten zembil ile inmedi. Bir sihirli dokunuş ile de hayatımızdan çıkmayacaklar.
Bu çelişkilerden birisini geçen hafta Sayın Cumhurbaşkanı katıldığı İstanbul Gençlik Festivali’nde dile getirdi. Kendisine bağımlılık ile ilgili sorulan bir soruya, teknoloji bağımlılığına dikkat çekerek cevap vermeyi tercih etti. Teknoloji bağımlılığını "Yeni bir felaket" olarak tanımladı.
Bağımlılık denilince akıllara ilk uyuşturucu bağımlılığının geldiğine değinen Erdoğan, 2,5-3 yaşlarındaki torununun bile evde cep telefonunda oyunlar oynadığını anlattı. Anne ve babasının torununun elinden cep telefonunu alamadığını söyledi: "Çatışıyorlar vesaire, oyuna devam ediyor. Bu denli kopamıyor. Bu da büyük bir tehlike. Bizim şimdi bunlara karşı tedbirler geliştirmemiz lazım.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen yıl katıldığı Teknoloji Bağımlılığı Kongresi’nde de aynı soruna dikkat çekmişti: "Babanın elinden telefonu tableti bırakmadığı bir evde çocuğa teknolojiden uzak dur demek faydasız bir çaba olur. Çünkü ben bunu evde torunlarımla yaşıyorum. Sabah çıkıyor geliyor, 'Anneanne Ipad'ini bana versene'. Bir dayanıyorsun, iki dayanıyorsun. Sonra 'hadi sana 15 dakika müsade' diyorsun. Bunlar yaşadığımız gerçekler. Onu kontrollü bir şekilde nasıl götüreceğiz bu önemli."
Bugün tüm dünyada ebeveynler, Cumhurbaşkanının kendi evindeki tanıklığına benzer bir tanıklık içindeler. Bağımlılık bunun sadece bir yönü. Asıl tartışılmayan kısmı ise kültür üzerinde yaşanan değişimin mahiyeti. Bu mahiyetin izini bireysel ve toplumsal hayatımızda; gelenek, din ve politika düşüncemizde sürmezsek ne türden bir değişime maruz kaldığımızı idrak edemeyeceğiz. Müdrik olmadığınız bir alanın sorunlarına ise çözüm üretebilmeniz de mümkün değil.
Bugün endüstri 4.0 küresel bir ezber olarak terennüm edilmeye devam ediyor. Muharrem İnce şimdiden endüstri 4.0 diyen birisi Cumhurbaşkanı olacak, dedi. Sağcımız da endüstri 4.0 diyor, solcumuz da! İslamcımız da endüstri 4.0 diyor, milliyetçimiz de! Herkes aynı şeyi dediğine göre aslında bunu onların söylemedikleri aşikâr. Hazır endüstri 4.0 ezberini terennüm ederlerken Cumhurbaşkanının da mustarip olduğu teknomania’nın kaç sıfır ettiğini de söyleseler bari!
Yorum Yap