Büyüyemeyen muhalefet, aydın ve siyaset

  • 27.01.2016 00:00

 Türkiye’de muhalefet partilerinin ‘kapalı kitle’ partileri oldukları görülüyor. Bu partiler için hitap ettikleri ‘kristal kitle’ varoluşlarını temin etmekle birlikte onlar için geniş bir kitleye hitap etme ihtiyacı da yaratmıyor. Hâl böyle olunca bu partiler için siyaset, kristal kitlenin tatminine yönelik bir uğraş haline geliyor. Kendi bünyesini sıkıca konsolide ederek kemikleşmiş çekirdek kitlenin muhafazasını nihai amaca dönüştüren bu siyaset anlayışı ‘kanaatkâr’ olmakla birlikte siyasi bir iddianın taşıyıcısı olmaktan uzak. 

Türkiye’de tipik cemaatler bile her türlü imkânları seferber ederek kendilerini ‘açık kitle’ ile temasa geçmeye mecbur hissederlerken siyasi partilerin her türlü imkân açıklığına rağmen imkânları da heba eden bir seferberlikle cemaatleşmeyi tercih etmiş oldukları artık bir sır değil. Türkiye’de her türlü kesimin zaman zaman meyyal olduğu bir sorun söz konusu olan. Siyasi bir koridor olarak sürekli daralan ya da kendi içine doğru kat ederek büzüşen niteliği ile bu durum bir tercihten öte kalıcı bir sendroma işaret ediyor. Bu amansız sendromun tıp literatüründeki karşılığı ‘Laron Sendromu’.

Ekvator ve Akdeniz ülkelerinde gözlemlenen hastalık  “Genetik bir bozukluk nedeniyle büyüme hormonu, büyüme için gerekli olan büyüme faktörlerini arttıramamakta ve sonuç olarak çocukların büyümesinde yetersizliğe neden olmaktadır.” Çok nadir rastlanan bu hastalığın siyasal tercümesi Türkiye siyasetinin neredeyse tanımlayıcı niteliği olarak karşımıza çıkıyor. Çocuklarda hormonal işleyişteki dengesizlik nedeniyle açığa çıkan sendrom, Türkiye siyasetinde kararlı bir tercih üzerinden sahiplenilmekte ve hayata geçirilmektedir. Hastalıklı bir halin olağan karşılanıp işlevsel bir siyaset olarak kodlanması izaha muhtaç olduğu gibi aynı zamanda siyasetin doğasına da aykırı bir durumu var ediyor.

Nihayetinde siyaset doğası gereği bir iddia işidir ve kaçınılmaz şekilde dışa doğru açılmayı zorunlu kılar. Ötekini ikna etmeyi, kendi iddia ve analizine destek verecek bir birlikteliğe çekmeyi gerekli kılar. Karşıtı ile mücadeleyi bile ontolojik bir karşıtlıktan çıkarıp ‘ötekinin’ sorumluluğunu alan ahlaki duyarlılık temelinde anlamlı bir konuşmanın, tartışmanın, müzakerenin zeminine ihtiyaç duyar. Aksi durum siyasetin anlam bulacağı zemin olan eski tabirle cemiyetten kopuşu ve dar alanda hizip çekişmelerinin egemen olduğu cemaatte demirlemeyi ima eder. Bu durumun siyasal genetiğimizle ve modernleşme maceramızla uyumu zaten izahtan varestedir. İçinde boğuştuğumuz ve kronik hale gelen sorunlarımız ayrıca mevcut siyasetimizin karakterine ilişkin yeterli veriyi sağlıyor.

Bu açıdan kendine kendi içine gömülü cemaatler sistemini andıran siyasal yapılanmamız hem toplum olma hüviyetimizi aşındırıyor hem de siyasetin çözüm üretme kapasitesini tahrip ediyor. Çoğulculuğu ve farklılığı tahrik, tehdit ve çatışma gerekçesi olarak algılayan bu tarzı siyaset, tarihsel-toplumsal dünyanın gerçekliğinden bağımsız kapalı devre bir ilişkiyi tesis ediyor ve ötekini imha veya esir alma arasında sıkışan arkaik bir pratiğe mahkûm ediyor. Dün ‘halk plajlara hücum etti vatandaş denize giremiyor’ da kendini ele veren cemaat savunusu bugün ODTÜ’deki mescit tartışmasında açığa çıkıyor. Bin küsuraydının imzaladığı‘bildiri’ nin içeriğinde boy veren kapalı devre sistem, aynı şekilde bildiriye devletin baskı aygıtları kanalıyla verilen yersiz ve abartılı tepkilerde ete kemiğe bürünüyor.

Geldiğimiz tarihsel kesitte Laron sendromlu siyaset ne siyasal genetik ne de modernleşme sürecinin kaçınılmaz kaderi olarak meşrulaştırılabilir. İlkesel düzeyde temellendirilmesi mümkün olmayan bu yapının siyaseten de işlevsel olmadığı tecrübe ile sabittir. Dolayısıyla küresel siyasetin yanında temelde küreselleşme sürecinin doğrudan tehdit ettiği toplumsal bütünlük ve sahici siyaset, büyük bir dikkat ve özeni zorunlu kılarken bugüne pimi geçmişte çekilip atılmış tahrip gücü yüksek bir bomba olan arkaik çatışmacı bir siyaseti beslemek, zihinsel geri kalmışlığı çağrıştırıyor. Gerçeklik algısının yitimini, küresel dalganın komplikasyonlarını görmemeyi ve fosilleşmiş bir düzenin ve ilişki biçiminin gönüllü taşeronluğunu belirtiyor. Oysa eskinin çözüldüğü ve yeniye muhtaç olduğumuz şeklindeki tespit cemaatler sistemimizin semalarında her gün yankılandığı bugünlerde bambaşka bir manzaraya muhatap olmamız gerekiyordu.

aliaydin505@gmail.com

Twitter: @_aydinali

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Îsmaîl Girikî
    Îsmaîl Girikî
    24.06.2013 01:08

    Diyarbakirdaki Konferans ne için yapıldı, yada bu Kurdler ne zaman tarihten ders alacaklar? Kürd halk düşmanı PKK sadece bugün Ulusal vurguları yapmiyor, devlet tarafından piyasaya sürüldüğü günden beri bilinçli bir şekilde bu vurgulara başvurma taktiğinı yapmış/ oygulamış ve bu konudada başarıda sağladığı biliniyor. Nede olsa Kurdleri deyimlerle/sözcüklerle kandırabiliyor ve duygularını sömürebiliyordu.Bu vurguların arkasında PKk nin değıstiğini anlamını hiçkimse, ama hiç kimse çıkartmaya kalkmasın/çıkartmasın. PKKyi tanıyan, onun bunca yıldır yörüttüğü anti Kurd siyasetini takip edenler için bu vurguların bir anlamı kesinlikle yoktur. Zaten İmrali devlet Ergenekon karagahında sonulan mesajında satır aralarında,“ bu Ulusal vurguların cok anlamsız olduğu bir deyil defalarca çikartmak mümkün.” İmrali Devlet PKK sinde Kurd ve Kurdistan davası için bir statü beklemek, anlamak ve dile getirmek kesinlikle imkansız. Zaten Konferansa katılanlardan bir tek İsmail Beşikçi hariç kimse “Kurdistan devletinde sözetmemiş” onuda belkide alay konusu etmiştir BDP( Hani İstanbulda BDP ya sert çıkan Beşikçi den bahs ediyorum, Bayrak istemeyen BDP siyasetini sakat gören İsmail Beşikçi). Konferansımız “Birlik ve Çözüm Komitesi” oluşturma kararı vermiştir. Bu komite demokratik müzakare sürecinin etkili organı olma misyonuyla çalışmalarını yürütür“. Bu nedemektir peki? Zaten herşey bu komitenin sözgeçinden geçirmiyormu? O halde bütün herşey zaten İmrali devlet karagahının yetki alanına girmiyormu? Peki defalarca dile getirdiğimiz bu konuyo bir daha gereğini dile getirmek gerekmektedir. „ demokratik müzakere süreci“ dedikleri rezil ve kepazelik neyin nesidir? Müzakereden nasıl bahs edebiliyorlar bu ihanetin günüllü görevlileri? Kurdler bir halkmı? Evet Ortagoğunun en eski haklarından biri olan Kurd halkının milli hakları bir düşmanla nasıl endesklenebiliyorlar? Halksa o halde ortada neyin müzakelerinden söz edebilinir? Nasılki 21.Mart 2013 Diyarbakir meydanında Tarhi ihanete imza attılarsa bugünde Diyarbakırda yapılan İmrali istekli ihanete uğratma Konferansıda onun bir ihanet kopyasi olarak tarihe geçecektir. Bir halkı nasıl silindir bigi ezip geçtiği süreçle ilgili Kurd parti ve örgütlerin durmları ve yazar ile çizerlerin görevleri bilmiyorlarmı nelerin onları bekledikleri? Birde şu Güneydeki Gürsel ve yazılı medyaya ne demeli? Bunların durumu adeta Kemalizmi haklı çıkartma yarışı içerisindeler. Tv ler kim daha fazla kemalizm örgütü PKk ve imralideki ihanetin baş elemanına yayın ve haberler verme telaşına kapılarak devam ediyorlar!? Nasılki Abdullah Öcalan tarfından devletin danışmanlığında bu Konferansların yapma emri verdiyse, konferanslarda açiklanan metinlerinde bir anlam ifade etmeyeceği pkk yi bilen taniyn her Kurd ve Kurdistani bilmektedir. O halde bo Konferans ne içın yapildi Diyarbakırda? Sives ve Erzurum konferansları biz Kurd halkına ders olmadımı hala? Îsmaîl Girikî 17.6.2013

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums