- 6.02.2016 00:00
Zehra 3 yaşında. Ocaklarına düşen ateşten habersiz yavrum. Elinde ucundan ısırdığı gofreti, başında kırmızı bir şapkası var. Soğuk kış gününde, bir cenaze merasiminde annesi Hatice Yüce ve 10 aylık kardeşi Muhammed Ali ile birlikte. Belli ki bir yakının kucağında, hemen yanında annesi var çünkü. Annesi feryat ediyor, ağlıyor. Tam önünde ise babası duruyor, bayrağa sarılı tabutun içinde.
Zehra tabuta bakıyor. Ağzından dökülen iki hece, sadece “Baba !” diyebiliyor. Kardeşi Muhammed Ali ise henüz 10 aylık. O da başkasının kucağında, haberi yok olup bitenden. Ve hiçbir zaman seslenemeyecek babasına!
Sur’da PKK’lıların şehit ettiği polisi memuru 32 yaşındaki Musa Yüce’nin cenazesinden bir dakikalık görüntüye sığıyor tüm bunlar.
Ben ise izledikten sonra bir yere sığdıramadım kendimi.
*
Yeni yılın ilk günü. Yer İstanbul Okmeydanı. Yüzleri maskeli bir grup terörist, şehrin ortasında 5 aracı yakıyorlar. Ateşe verdikleri araçlardan birisinin içinde bir anne ve çocuğu da var. Yanmaktan son anda kurtuluyorlar. Daha doğrusu çevredekilerin yardımıyla kurtuluyorlar. Onların görüntüleri de yansıyor ekrana. Korku dolu gözlerle sığındıkları bir dükkânın camından dışarı bakıyorlar.
*
Önceki gün akşam haberleri. Yer yine Okmeydanı. Bu sefer bir markete, içinde müşteri ve çalışanların olduğu sırada bir grup terörist molotof ve taşlarla saldırıyor. Çıkarken ellerine geçirebildikleri ne varsa alıp, dükkânı yağmalıyorlar.
***
Şimdi, bu ülkede gerçek anlamda adalet, özgürlük, barış diyenler çözümlemelerini, analizlerini toplumla paylaşırken adaletin, insafın gereği olarak bir şeyi dikkate almak mecburiyetindeler artık.
Karşımızda öyle yüzsüz bir yapı var ki öldürürken, bombalarken, patlatırken ve yakarken dahi “mazlum”, “mağdur” olma imtiyazına sahip olmak istiyor.Öte yandan örgüt için kavram cephaneliğinde nezaretçi olan vazifeli kişiler ise her türlü kavramı tersyüz etmekten imtina etmiyorlar. Koskoca siyaset bilimi terminolojisini talan etti bunlar! Bunu yaparken “demokrasi”, “insan hakları”,“özgürlük”, “barış” gibi kavramların itibarının altında gizlendiler.
Kabul etmek gerekirse bir noktaya kadar sırıtmadı bu durum. Zira bu ülkede tarihten devralınmış, katı bürokratik diskur ile bezeli ve resmi ideolojinin paradigması içine sıkışmış bir meselenin olduğu aşikârdı. Bugüne kadar bunu dile getirmekten yana bu ülkenin vicdanlı, adil, özgürlükçü insanlarının bir sıkıntısı da olmadı. Ancak bir şey oldu. Ak Parti ile yaşanan mobilizasyon Türkiye’de iktidarın aşinası olduğu kod sistemini tersyüz etti. Türkiye’de iktidar matrisi değişti. Bu değişimin çarpıcı sonucu hiç çekinmeden ifade edebiliriz ki “devrim” niteliğindeki açılımlardı. Kürt meselesinden Alevilere, dindar insanların çilesinden azınlık mensuplarının sorunlarına kadar bir dizi mesele karşısında devlet, “yeni paradigma” ile yeniden temas kurdu. “Yeni paradigma” ise devleti, toplumun karşısında değil, yanında hizalandırdı. Bunun neticesi olarak yaklaşık iki yıl bu ülke insanın deneyimlediği ve en başta bölge insanına nefes aldıran çözüm süreci, sadece “deneyim” olarak bile bambaşka bir şey hissettirdi bu topluma. Sırf bu yüzden bile hiçbir güç bu toplumu 90’lara çekemeyecek artık!
Çözüm süreci deneyimi ile bu toplumun hissettiği barış, güven, huzur namına ne varsa onları toplumun hafızasından kazımaya muktedir olamayacak hiçbir güç. Hafıza sadece acı hatıraları tutmaz, iyiye ve güzele dair olanı da alıkoyar, unutmaz!
Çözüm sürecini deneyimleyen toplum, oyunbozanlık yapanı şüpheye düşmeksizin gördü artık. Örgüt, yeniden yaratmaya çalıştığı terör ikliminde suçüstü yakalandı. Hem de yaklaşık iki yıl süren ve geleceğe dair bolca umudun biriktirildiği bir sürecin sonunda.
Tekrar başa dönelim.
Konuyu tartışan ve kamuya görüş beyanında bulunan herkese bir sorumluluk düşüyor: Yaşadıklarımızın hakkını vererek konuşmak!
Tarihimiz de ortada bu tarihin kırılma yaşadığı takvim de ortada! Bunları yok sayarak konuşamayız! Terörden bu ülkenin batısı ayrı çekiyor doğusu ayrı! Bir yanda Doğu’da evini siper olarak kullanmak isteyen teröristlere direnen insanların evleri kurşunlanıyor, kundaklanıyor, günlük yaşamları cebir ve şiddetle hendeklere itiliyor! Diğer yanda Batı’da asker ve polis çocuklarının cenazelerine sarılan aileler ve atılan molotofların hedefi haline gelen anneler ve çocukları var.
Yerçekimsiz bir ortamda konuşmuyoruz!
Sert düşüşler süslü kelimelere rağmen gizlenemiyor. “Özyönetim” de başta olmak üzere tüm kavramları “gerçeklik” adlı sahile vurdu! Kelimeler ne olursa olsun bir de niyetler ve eylemler var!
Fotoğrafın netleştiği bir aralıktayız: Molotof ile demokratikleşme arasında bir ilişki yoktur!
Ve son alarak Zehra’nın sesini duymamak bir işitme sorunu değil vicdan sorunudur artık!
twitter:@_aydinali
Yorum Yap