- 22.04.2015 00:00
İki yıl önce Zile’de Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle yapılan bir etkinlikte Kur’an tasarımlı pasta kullanılması ve bunun görüntülerinin ortaya çıkması tartışma yarattı. Diyanet soruşturma başlattığını açıkladı, görüntüler onlarca yazıya, sosyal medyada yapılan yüzlerce yoruma konu oldu.
Görüntü her ne kadar sakil olsa da kanaatimce şaşırtıcı değildi. Şaşırmış gibi yapanları anlamakta zorluk çekiyorum doğrusu. Kuşkusuz bu tür görüntülerin bir jenerik değeri var. Ancak jeneriğe takılıp filmi görmemek de çok samimi bir tutum değil sanırım.
Mesele Zile’den ibaret değil!
Sancılı bir insanlık durumunun içindeyiz.
Şiddetten nefrete, istismardan tacize, açgözlülükten merhametsizliğe, talandan vurgunculuğa, anlayışsızlıktan hoşgörüsüzlüğe kadar bir dizi saldırının altındayız. Direnç noktalarının iyice silikleştiği bir eşikte ayakta durmaya çalışıyoruz. Güven telkin eden hiçbir şey kalmadı neredeyse. Her gün bu güvensizlik halinin içinde soluk alıp veriyoruz ve herkes her fırsata bunu fısıldıyor birbirine. Bu durumun içselleştirildiği bile söylenebilir rahatlıkla. Rahatsız edici olan ise bu durumun bu denli olağanlaştırılması.
Sosyolojik değişim öngörülemez bir biçimde sürüyor. Dünü biliyoruz, bugünü görüyoruz, yarın ne olacağını kestiremiyoruz. Semptom, bir hastalığın belirtisi; lakin hastalığın kendisi değildir. Semptomları hastalığın kendisi sanmak teşhis olarak trajik bir yanılgı olurdu. Karşımıza çıkan absürtlükler, suç kategorisine sıkıştırılmış nice eylem esasında toplumsal açıdan yaşadığımız büyük savrulmanın münasebetsiz belirtileri.
İnsan sağlığı ile toplum sağlığı arasında nereye kadar benzerlikler üretilebilir bilemiyorum; lakin teşbihte hata olmaz sözünün gölgeliğine sığınıyorum. Vücudun savunucuları olan ve dış tehlikelere karşı savaşan antikorların azalması ile bağışıklık sistemi felce uğrar ve beden hastalıklara karşı savunma geliştiremez hale gelir. Toplumsal açıdan hastalıklara açık bir bünyede savunma geliştirecek antikorlardan yoksunuz şimdi.
Beklentilerimiz ile pratiğimiz arasında korkunç bir boşluk var. Eskiden nice yerleşik sorunun basit teorik çözüm reçeteleri vardı. Şimdi ise beklentilere hayat verecek nice imkânın yanı başında “gerçekle” yüzleşiyoruz.
Dini ritüeller kendilerini özgürce görünür kılıyor, her yerde dine karşı bir teveccüh göreceli olarak artıyor, bir manevi atmosferden çıkıyoruz bir diğerine giriyoruz, hikmetli sözler facebook hesaplarını süslüyor, etkinlik üstüne etkinlik yapıyoruz ama netice ortada. Kadim olana modern ya da postmodern bile diyemeyeceğim ama kuşkusuz dönemin ruhu ile de ilintili türlü seviyesizlikle yaklaşıyoruz ve sonrada teskin olmuş bir vicdanla evlerimize dönüyoruz.
Kâbe ayaklarınızın altında! diyen umre turizmciliği, fakir sahabe ismi ile rezidans inşa eden girişimci ruh, hatim bitti haydi kutlayalım patolojisi.
İşte Ramazan da geliyor.
Başlasın TV şovları, iftariyelik ve sahurluk.
Yıllarca annelerimize babalarımıza haksızlık etmişiz. Gelenek eleştirisi üzerine cici teoriler kuranlar şimdi manzaraya yeniden baksınlar lütfen!
Yeni bir din doğuyor!
aliaydin505@gmail.com
twitter_@aydinali
Yorum Yap