Ahmet AY
Ahmet AY Gazete: Milat Gazetesi

BİLAL'İN HİKAYESİ

  • 12.12.2015 00:00

 Suriye, Rusya, NATO, İran, BM, ABD… boğucu gündemler, Bilal’ın Hikâyesi bunlara da ders olacak mı? Bakalım:

Birkaç yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde personel almak üzere görevlendirdi. Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim kente gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Zaten ben ve arkadaşlarım bu kente ilk kez geliyorduk. Ne biz kimseyi tanıyorduk, ne de kimse bizi.

Arkadaşlarla kanaatimiz aynıydı, hak edeni kazandırmak. Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes, maalesef bir referansla, bizi rahatsız edecekti. Bunun için çok dikkatli olmalıydık.

Şehre ikindi vakti vardık. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boştu. Osmanlı'dan kalma, mimarisi insanda manevi duygular uyandıran şirin bir caminin avlusundayız. Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Mayıs ayının sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyor çevreye. Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın önüne bir çift takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı diyebileceğimiz yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Utangaçlığın vermiş olduğu çekingenlikle;

"Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi.

Gencin tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden önce içten davranışı hepimizi çok etkiledi. Sordum:

Sen kimsin? Adın ne?

"Adım Bilal, bu mahallede oturuyorum."

Bir an abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım.

Ne iş yapıyorsun Bilal?

Biraz durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı:

"Şimdi işim yok; ama inşallah yakında işe gireceğim"

O kadar inanarak söylüyordu ki bunu,

Nasıl olacak o, Bilal? dedim.

Müthiş mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:

"Üç gün sonra" dedi, " … Müdürlüğü’nde sınavla personel alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah!" demez mi?

Ben bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe alacak olan bizdik. Arkadaşlarım da artık, Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi.

Peki, Bilal dedim, Bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?

Bilal o mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi:

"Bir yetimin referansı kim olur? Benim referansım Allah, ne güzel vekildir O. Dün gece O'na teheccüd namazından sonra dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?"

Ya Rabbi! Ne işe tutulmuştuk? Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.

Bilal, baban yok mu?

"Yok, ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni".

Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar meydanda idi ki kalbi adeta yüzüne vurmuştu.

Askerliğini yaptın mı Bilal?

"Yaptım ya, hem de çavuş olarak".

Artık Bilal'ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.

Evli misin Bilal?

Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü sürdürdü; "He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez düğünümü yapacağım".

Yine o kadar kesin konuşuyordu ki!

Ama Bilal, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı kazanmış gibisin!

Sustu. Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:

"Ben Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz, ona yardım etmez mi? Seven seveni hiç yüz üstü bıraktığı görülmüş müdür?”

Ona söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah bizi kocaman kocaman müdürleri, Bilal kuluna hizmet ettirmek için ayağına göndermişti.

Kim müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal dilekçesini en büyük makama sununca melekler harekete geçtiler; daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte Bilal kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir büyük makamdandı. Sormaya devam ettim, içim titreyerek:

Bilal, sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?

Başını salladı ve "doğru" diyerek ekledi;

"Zor nişanlandım ya, Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, ‘sözde Müslüman’ değil, hakiki mümin. ‘Bu zamanda namazında niyazında damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır’ dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verir inşallah."

Bilal, senin bu tarz yetişmene neden olan, seni bu mütevekkil hale getiren bir sır olsa gerek. “Eğer ona sır denilirse, var. Sevgili anneciğim bana hiç haram lokma yedirmediğini söyler.”

Bilal lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk yetmiş kişinin arasına girdi. Şimdi mülakata girecekti.

Ve bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak Bilal'ın referansını en öne aldık!

Mülakat gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba nasıl tepki verecekti?

Adı okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, bizi birden fark edemedi, zaten kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk, o da başını yavaş yavaş kaldırarak bize baktı.

Birden şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü, sessizliği bozdum;

Bilal, bizi tanımadın mı?

"Evet".

Peki, ne diyeceksin şimdi?

Ağlamaya başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk. Sabah makamında hıçkırıklar boğazımıza düğümlenmişti. Oda öylesine bir havaya bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini Rabbine kaldırdı ve:

"Ey Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den, başkasından istememeyi istedim. Beni yalnız Sana muhtaç eyle Allah'ım” dedi.

Bir an bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle;

"Ne olur, izin verin çıkayım" dedi.

Peki, Bilal" dedik, "Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek kılsın!

Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de, O’ndan başkasından isteyenler helak oldular. Allah dilerse bütün dünyayı Bilallere hizmetçi yapar, bizi yaptığı gibi.

Bir dostumun anlattığı yaşanmış bir hikâyeydi, paylaşayım dedim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (2)

  • argeş Öztürk
    argeş Öztürk
    30.04.2013 11:58

    Sayın Hocam, yazınızda bazı sıkıntılar oduğunu düşünüyorum. İzninizle; Kürt toplumsal yapısının tarihsel diyalektiği içinde değerlendirildiğinde görülecektir ki; Özgür aşiretçilik dönemsel olarak kendilerini dış güçlerin müdahalelerine karşı bir araya gelerek konfederal bir yapı ortaya çıkarmışlarıdır.. Yine de ‘’Üst akıl’’ kavramlaşması sıkıntılıdır. Kürt Toplumunun üretimsel formasyonunun temeline koyduğunuz tarım+hayvancılık, toplumsal ilişkiyi açıklamakla birlikte; İslami öncesi ‘’ değerler bileşkesi Zerdüştlük’’ün, yaşama hükmü her zaman etkileyici olması gerçekliğini gözden kaçırmanız söz konusu. Eğer Met’lerin inançları referans alınmadan, hüküm sürdükleri bölgelerdeki köleleşen halkların özgürleşmelerinin açıklanması sıkıntılı olur. Keza, Cermen tipi üretimsel araçlar, Kürt toplumsal yapı şekillenmesinde etkili olan aşiretçiliği ortaya çıkarmışsa da; özde İnançsal değerlerin payı Özgür aşiret şekillenmesinde oldukça fazladır. Sayfanızın yorum ekine sığacak kadar şunu söyleyeyim ki; Paradigmanızın operasyonsal içeriği yapılırsa bu sıkıntılar daha da açığa çıkacaktır. İslamiyet döneminde Asyatik despotlar dışında ‘’ İmparatorsal erk’’ haricinde bu coğrafyada devletleşme olgusu, kavmi bütünleyici olarak kapsayan yapılar bulunmamaktadır. Kürtlerin inançsal değerleri esas alındığında, zaten ‘’Zülüm kalesi olan despot yapıların’’ oluşumu yasaklandığı çok net okunacaktır. Fars, Rum ve Osmanlı yapılaşmaları yaşanırken Kürtlerdeki Özgür Aşiretçilik kendi öz yapısını bunlara karşı da çok net korumuştur. Bir araya gelmeler, dış sorunlara dahil olmalar bu imparatorsal yapılara karşı olmuştur. Maya Farqînî döneminde görüldüğü gibi, Şeddadî’ler döneminde yaşanılanlar gibi. Eğer 1809’dan itibaren başlayan Serîhildanlara bakıldığında, öz itibariyle ‘’İslamiyet- Zerdüştlük geleneğin ortak değerleri olan adalet’’ sıkıntısı başladığında, Zulüm kalesi yapılara baş kalgırıdır. Kürt toplumsal yapısı ilk kez 1500’lü yılların başlarında inançsal bir ayırıma gidilerek özgür aşiretçilik geleneğinin dışında konfederal bir ruhla değil de inançsal eksenli bir pozisyona girmiştir. Evet bu okuma doğru, 16. yy başlarında Kürtlerde kurumsal değişiklik olarak algılanabilinen Beylik ve Şeyhlik yapılamaları yer değiştirirken, Şeyhlik kurumunun aşiret yapılanmasıyla ilişkisi daha geniş kapsamlı olmuştur. Kürtlerin komşuları, Özellikle Deşta Heft Eşîra merkezli ‘’Berzan bölgesi’’ ulemanın Ümmet eksenli okumaları ve Aşiret liderlerinin de bunlara bağlılığı sonucu 18. yy da cereyan eden fikir tartışmalarının Kürt Toplumsal yapısının içine yerleşmesi engellenmiş. Ulus-Pazar ekonomisi diyalektiğinin revaçta olduğu dönemlerde, Arap-Fars ve Türk Kavimciliği gelişirken, Kürtler için olumsuz rol oynamıştır. Ama yine de öz aşiretçilik veya Kürt tarzı kavimcilik, kendilerine uygulanan bunca olumsuzluğa rağmen Kültürün maddi ve manevi girdileri itibariyle toplumsal özelliklerini korumayı bilen en güçlü toplumsal yapı olarak Hamidiye Alayları dönemine kadar gelmiştir. Asıl sorun Kürt toplumsal diyalektiğine aykırı dönem bu dönemle birlikte başlamış. Kürt toplumunda, kendine komşu halklarda sık görülmesine rağmen tarihin hiçbir evresine ‘’ağalık’ denilen kurum ortaya çıkmamıştır. Mal, malık, malbat ve êl ‘aşiret’lerde lider olan kolektif ruhun temsilcisi olmuş, Toplumsal hiyerarşide üretimden kopuk bir yerde bulunmamıştır. Dönemsel olarak bu ‘’ileri gelen’’ bazen de kadın olmuştur. Ama Hamidiye alayları denilen olgunun içerik analizinde görülecektir ki Kürt toplumsal dokunun evrimsel gelişiminin önü tıkanmıştır. Ve Devletleşme olgunsun sosyal bilimlerdeki ulus devlet formasyonunun ruhunun tersine bir durum yaşanmıştır. Emperyalist güçlerce bu durum iyi analiz edilerek, Ortadoğu’ya müdahale etme aracı olarak Kürt Kürdistan sorunu günümüze kadar gelmiştir.

  • Bayram Beroje
    Bayram Beroje
    1.05.2013 08:33

    Öncelikle sevgili Yusuf Hocama teşekkürlerimi sunuyorm, kısa ve özlü bir değerlendirme yaptığı için.kısa diyorum çünkü yüzyıllarca hayatını sürdürmüş bir ulustan bahsediyoruz.Bu ulsun günümüzdeki sosyolojik algısını bir yazıda belirtmek elbette sıkıntılıdır. Tarihi Varoluşsal durumunu gözönünde bulundurursak en bilindik yakın devletleşmesi Eyyübilerdir. Başkomutan Selehaddin, Kudüs seferi düzenlerken aşiretsel güç dengesini gözönünde bulundrarak asker toplamıştır.özellikle kendi aşiretini örneklik açısından daha çok öne almıştır.çünkü kürtlerde aşiret ruhu yani kollektif ruh her zaman için bireysel ruhtan çok daha öncelklidir. sosyolojik olarak bu durum kürt bireysel bilincini zaafa uğratmıştır.kürtler kendi içinde kendi öncüllerini salt aşiret reisleri ,ağa , şeyh vb kişilerden çıkarmamışardır.Dinin etkin konumundan dolayı Mele /seydalar da kürt yapılanması içinde etkin rol oyanmışlardır.Kürt Mele veya Seydaları günümüz kürt aydınlarından farklı olarak halk ile daha çok içiçedirler. bir nevi kendini halkı için feda eden birer münevverlerdir onlar.Öneğin PKK hareketi şu an güçlü bir konumdaysa bunun bir sebebi de mele-seydaların harekete verdikleri destektir.kür ulusal bilinçlenmesinde bu kesimin rolu hiç bir zaman yadsımamalıdır.kendini ümmet için feda een bir halk tanımlaması kesinlikle doğrudur.Lozan görüşmeleri bir yılı aşkın sürdü. çünkü yüzyılların heab bir kaç günde çözümlenemezdi. Bu bazda feda edilmesi en uygun halk olarak kürt halkı seçildi.Biliyorlardı ki kürtler islami bilnci ve yaşantısı yüksek olan bir milletti.Bunara zenin kaynaklar verilmeeliydi ve öyle de yaptılar. Ne Türkler ne arapar ne de farslar şu ana kadar Kürtlerle ilgili hiç bir fedekarlıkta bulunmadı. hiçkimse kendinen ödün verme gayretine girmedi.her zamanki gibi kürtlerden ödün beklendi ve halen de öyle bu barış sürecinde..Argeş akadaşımız ZERDÜŞTlüğün kürtler arasında yaygın olaark varlığını sürdürdüğünden dem vurmuş. Evet yer yer değerlerimize sinmiş olabilir zerdüştlük ama bir yaşam biçimi olarak kürtlerin bir değeri olarak yaşam alanımızda yer almamaktadır.Devletleşme erki bir gelenektir ama unutulmamalıdır kı her gelenek bir yaşantı bir tecrübe ürünüdür..teşekkür ederim.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums